Translator

Wednesday, August 29, 2012

İzmir Fuarı




    Fuarın anlamı, organizasyonun yapılma amacı, yapıldığı yere göre, yapılış zamanına göre değişiklik gösterir. İzmir Fuarı yazın  yapıldığı için, İzmir olduğu için eğlence, kültür ve sosyalleşme amacı içinde yapılır. Peki İzmir Fuarı her zaman ki Fuar mı?
    İzmir Fuarı çocukluğumun Fuarı olmadığı için eski kadar ilgimi çekmiyor.Eskiden Fuar zamanı dendi mi İzmir "Yıkılırdı". Sanki yeni bir "ay takvimi" başlamış gibi olur ve 15 gün sürerdi. Müthiş bir izdiham olur. Sadece İzmirliler değil, çevre illerden ve imkanı olan diğer illerden gelenlerle dolup taşardı. Otelerde de yer kalmaz insanlar dışarda çadır kalırdı. O kadar kalabalıktı. Gazino konserlerinden tiyatro gösterilerine, Lunaparktan, Pavyon denilen kültür mekanlarına, çay bahçelerinden, Fuar gösterilerine kadar müthiş aktiviteler olurdu. Sadece Fuar kazanmaz, İzmir kazanırdı. İnsanlar oradan çıkar, Alsancak'ın içinden geçip Kordon'a ulaşır, İzmir keyfi yaparlardı.Kaldı mı şimdi böyle birşey?Hayır. Gazinolar kapatıldı. Lunapark'a ilgi devam ediyor ama eski güzelliği yok bence.Pavyonlara rağbet azaldı. Tiyatro şaşası yok vesaire vesaire...
    Velhasıl İzmir Fuarı'nın eskisi kadar etkisi yok maalesef. Üzücü bir durum.Yönetimden kaynaklanmıyor bence. Belkide Teknoloji ve Fuarın yerini alan her şehirdeki butik eğlenmece mekanlrı, her sanatçıya herkesin her yerde ve televizyonda görmesi, Fuara olan etkiyi azaltı. Eski şaşa ve kalite yok. (Katile yok derken kalitesiz demek istemiyor.) O yüzden Fuar eskisi kadar ilgi çekmiyor.
     Umarın yeni bir tarz ve yeni farklı bir soluk bulup İzmir Fuarını eski günlerine döndürürüz. Yoksa sadece adı olsun diye Fuar yapmak zorunda kalırız hep.

Monday, August 27, 2012

İnsanlığın Yeni Sicil Kaydı

   Ülkemizde ve diğer ülkelerde yaşayan herkesin bir sicili vardır. Ekonomik, sosyal ve adli sicil kayıtları gibi.Bazı yerlere başvururken özellikle  iş başvurusu yaparken, sicil kaydı isterler. Ama artık nur topu gibi bir sicil kaydımız daha olacak ve sanırım eski sicil kayıtlarının  yerini alacak.
   Kesin duymuşsunuzdur ama ülkemizde daha yaygınlaşmadı. Tabi ki her şeyin müsebbibi olan  Amerika'da yaygın. Nedir bu yeni sicil kaydı? "Klout Puanı". Klout Puanı 0-100 arası bir puanlama sistemi. Bu puanlama sizin sosyal medyadaki varlığınızdan puanlanır. Önce Klout sistemine üye oluyorsunuz bilinen yöntemlerle ve diğer üye olduğunuz sosyal medyalara bağlıntı veriyorsunuz ve puanınız ortaya çıkıyor.Sosyal Medya'daki durumunuz göre değişkenlik gösteriyor. Gerekli mi? Şöyle cevaplayayım. Türkiye'de dinlemiştim. Adamın bir( hep adamın biri olur) Amerika'da iş başvurusu yapıyor pazarlama-satış için. İnsan Kaynakları Müdürü "Cv'niz güzel Kout Puanınız kaç?"diyor Adam "Klout Puanı diye bir şey bilmiyorum" diyor. Müdür "sosyal medyada var mısınız" diyor. Evet cevabından "ben öğrenirim" diyor ve puanına bakıyorlar. 35 civarı çıkıyor. Yani düşük. Adam "ne olacak şimdi?" diye soruyor. Müdür "ben sizi tercih edecektim" diyor "ama başvuru yapan diğer kişinin puanı 7"1 diyor ( yanılmıyorsam) "onu seçeceğim" diyor ve üzgün olduğunu belirtiyor. Adam araştırıyor ve böyle bir şeyin gerekli olduğunu öğreniyor. Bir kaç hafta çalıştıktan sonra o da puanını 75' e çıkartıyor. Başka yaptığı iş başvurusuna  kabul edilmesinde bu puan etkili oluyor.
    Aslında "Klout Puan" sistemi çok önemsenecek bir şey değil. Ama Globalleşen Dünya'da, Sosyal Medya'nın çığ gibi büyüdüğü Dünya'mızda,  yakında "Klout Puan" sistemi hayatımıza girebilir ve bizim gerçek anlamda sicil kayıtlarımızın yerini alabilir. Hazırlıklı olun, hiçte kolay olmuyor:)

Sunday, August 26, 2012

Burjuva Mı!!!

Louis Haghe The New Ballroom
    Ulusal gazetede çıkan bir burjuva yazısı üzerine bu yazıyı yazmak istedim. Türkiye'nin böyle bir tartışmaya ihtiyacı var mı? Nedir burjuva olmak? Şart  mı burjuva görünmek?
    İki aile karşılaştırılmış.Bir modern diye bahsedilen, içki içen, yurt dışında tatil yapan,hanımların açık kıyafet giyebildiği vesaire vesaire bir aile.Diğer aile  muhafazakar, hanımların kapalı kıyafet giydiği, içki içilmeyen, dini tatil yapan  vesaire vesaire bir aile. Aslında burada karşılaştırılmak istenen bana göre burjuva ve sermayenin değil, siyasi düşünce ve bu yaşam ışık tutan sosyal felsefe. Arda saklanan bazı cümlelere bakarsak bu çok anlaşılır.
   Yazıya burjuva ile ilgili sorarak başladım. Ben biliyor muyum tam olarak burjuvanın ne anlama geldiğini? Hayır.Fakat şunu çok iyi biliyorum ki her şey "PARA". Para her şeyi unutturur ve değiştirir.Bazı Laik zengin modern yaşamak adında yanlış şekilde yaşarlar. Mesela  tatilden girelim konuya .Çünkü tatil demek "PARA" demek.Eski Türk filmlerinde de duyarız "Evrupa". Peki bu laik zengin insanlar kendi ülkesinin topraklarına ne kadar ayak basmıştır , gezmiştir ve görmüştür. Bunları yapmadan yurt dışında seyahate gitmek kendini modern ve ilerici göstermek ne kadar doğru? M.K. Atatürk bu ülkeye laik anlayışının bunu için mi getirdi? O yüzden yurt dışına çıkıldığında, Türkiye sorulduğunda bir çok insan afallar kalır ve konuşamaz.Zaten bazı köşe yazarlarımıza baktığımızda çoğu önemli yazar yurt dışında şuraya tatile gidiyorum diyerek yazılarına tatil arası verirler.Akılınıza şu soru gelebelir? Sen gezdin mi ? Babam ailecek 90 yılların başında Trakya ve terör sorundan dolayı Güneydoğu ve Doğu Anadolu'nun bir kısmı hariç heryeri gezdirmişti. Fakat yıllardan bu yana kendim olarak ikinci bir tur yapamadım.Gerçekte modern burjuva Atatürk ilkelerine bağlı?
Kabe'nin etrafındaki oteller.
     Gelelim bazı muhafazakar burjuvaya. Son yıllarda muhafazakar burjuva ortaya çıkınca "sermaye el değiştirdi" diyor, bazıları. Hayır o insanlar hep vardı ama "PARALARINI" ortaya çıkarmıyorlardı.Fakat "PARANIN" güç göstergesi olduğu ve bunun ortaya çıkması gerektiği anlatılınca ""muhafazakar burjuva" oluştu(ruldu).Peki Müslümanlık anlayışına uyuyor mu? Hayır.Lüks villalarda yaşamak, lüks yaşamak, "küçümsendiğimiz restoranlarda yemek yiyebiliyoruz artık" demek Müslümanlıkla uyuşuyor mu? Hayır.Servetinin zekatını veriyor musun,  İşçinin hakkını veriyor musun, küçümsenmediğin yerde değilde küçümsendiğin yerde  laik burjuvanın gittiği yerde neden yemek yiyorsun? Bu soruların cevabı yok.
     Demek ki burjuva olayı yalan. Bende iyi yaşamak istiyorum ama senin yaşadığın şekilde değil.Herkesin tutturduğu bir yol var. Kimi Cumhuriyetçi, Kimi Liberal , Kapitalist kimi, Komünist Kimi, Kimi başka bir şey.
Bunları da gördüm."PARA" olunca herkes kendi yolunda "KRAL".

Not: Bu yazı için  "sözüm meclisten dışarı" ve "bazıları için" vurgusunu yapmam gerekir. 

Monday, August 20, 2012

Blogdaşlarım

  Beni, Bloguma üye olup ya da dışarıdan e-mail ya da sayfama girerek yazılarımı izleyen inanan herkesin Ramazan Bayramını kutlarım.
  Umarım bugünlerden çok daha güzel, huzurlu, mutlu, sakin ama neşeli güzel bayramlar geçiririz. Ayrıca beni takip ettiğiniz için sizlere  teşekkür ederim. Tekrar iyi bayramlar.Sevgiler , saygılar.

Saturday, August 18, 2012

Satış Yaparken Müşteriyi Etkilemek

   Bir ürünün, pazarlamasını ve akabinde satılmasını sağlamak çok kolay değildir. Alıcıya ya da yerine göre satılacak ürünün özelliklerini sayarsınız ve fiyat sunumu  gibi bir takım ve başka uygulamalar yaparsınız.Bir de "kendi taktiklerinizi" uygularsınız.
   Akademik olarak öğrendiğimiz pazarlama ve satış özellikleri bellidir. Kendi taktiğimiz yani tecrübe ile öğrendiğimiz taktikler nelerdir? Onlar satış temsilcisinin gittiği firmaya ya da kişiye göre değişir.Bununla ilgili bir örnek hikaye anlatayım. Bu hikayeyi "İşletme Yönetimine Giriş" dersi hocamız anlatmıştı.Hocalık yapmaya başlamadan önce iş hayatının başında daha çok gençken çalıştığı  firmanın  ürün tanıtımını yapmak ve satışını gerçekleştirmek için bir firmaya çalışma arkadaşıyla beraber ziyaret gerçekleştirmişler.  Firma zamanın en büyük firmalarından bir tanesi. Günde birkaç pazarlama temsilcisi gidip ürün pazarlıyor ve pazarlama temsilcisi dinlemek o firmanın rutin işlerinden.
   Hoca ve partneri, müdürün odasına girmişler, selamlaşmışlar, oturmuşlar ve başlamışlar ürünü anlatmaya. Fakat müdür oralı değil.Onlarla ilgilenmeyip önündeki dosyalarla ilgileniyormuş ve bir türlü ilgisini çekemiyorlarmış.Baktılar olmuyor, "ne yapalım" diye, düşünmüşler. Hocanın aklına, idari binadan içeri girerken, binanın önündeki  küçük bahçe de gördüğü çok güzel güller gelmiş. Şansını denemiş.Hoca, "binanın önünde ki güllerde çok güzel" demiş ve müdür bir anda kafasını kaldırıp, gülleri sever misiniz? diye sormuş. Hoca yanındaki partnerine bakar ve "çok severim" demiş "babam da yetiştirir" demiş.Yani beyaz yalan söylemiş.(Güllerin güzel olduğu hariç). Müdür meğerse gül hastasıymış.Güllere de o bakıyormuş  ve başlamış gül muhabbeti.
   Velhasıl  muhabbetin sonuna gelinmiş ve Hoca "bizim ürün der"... Müdür "tamam tamam bırakın  numuneyi biz sizi ararız" demiş ve sonra satış gerçekleşmiş.
    Hoca söyle bağlamıştı: "Var olanı değil, mutlaka alıcının dikkatini çekecek bir şeklide ürünü anlatın ve şansınızı zorlayın. Çünkü sizden önce veya sizden sonra mutlaka birileri bir ürün tanıtmaya gelmiş veya gelecektir.Rutin bir iş olacaktır. O yüzden alıcının ve kendinizin satıcı olarak, insan olduğunu unutmayın, doğal ve bilgili olun".

Wednesday, August 15, 2012

Sesleriyle Hayat Verenler

Resim Yurt Gazetesinden alınmıştır.
      80'li yıllar Amerikan dizilerinin ülkemizde çok popüler oldukları yıllardı. Amerikan dizilerine çok meraklıydık.Çünkü ülkemizde gelişmişlik düzeyi yoktu ve o büyülü dünya bizi etkiliyordu. Birde yurtdışına gidip-gelen insanların anlattıkları vardı. İşte o anlatılanları televizyonda görmek bizi daha çok etkiliyordu. Peki hayranlığımız sağlayan tek sebep bumuydu?
     Amerikan dizilerinin de Türk insanlarının ağzına sakız olmuş iyi ve kötü karakterleri oynayan bir çok oyuncu oldu. Onları adete ailemizden bir olarak görüyorduk Neden peki? Nedeni şu: Onları seslediren tiyatro ya da ses sanatçılarımızdı. İşte bence hayranlığımızın bir nedeni buydu. Tabi ki o sesler Amerikan filmlerini de seslendiyordu ama biz daha çok Televizyon Dizilerinden aşina oluyorduk.Bir çok seslendirme yapan tiyatrocumuz var. Hepsini yazamam.( Bilmediğimden değil) Onlardan bir tanesi bugün hayatını kaybeden Müşfik Kenter. Zaten bu yazıyada O'nun için yazıyorum.
      Son yıllarda bazı filmlerin seslendirmesini yapan insanlar çok popüler olmalarından dolayısıyla çok revaçta oluyorlar. Ama TRT dizilerini seslendirenleri unutmamak lazım. Müşfik Kenter birçok dizi, televizyon, reklam filmi ve tabi ki şiir seslendirmiştir.Benim için en hatırda kalan TRT de ALF dizisindeki Alf adındaki uzaylı yaratığı seslendirmesiydi. Biraz kendi üslubu ve tarzıyla. Müthişti.Komedi diziydi ve Müşfik Kenterin o ruh okşayıcı ve olgun sesi inanılmaz bir şekilde ALF karakterine komiklik kazandırıyordu.Ayrıca Alf bir kedi düşmanıydı:)İyi ki seni dinlemişim ve seyretmişim.

Not: Tabi ki dizilerin orijinal metinlerini çeviren çevirmenlerin emeklerini ve güzel çevirilerini unutmamak lazım.

Friday, August 10, 2012

EXPO 2020 İZMİR -2

    Gazetede okuduğum haber üzerine Expo 2020- 2 yazmak çok şart oldu. Çünkü ilk yazımda, Belediyenin (hizmet) yönünü, dolaylı olarak da bu işin yürütenlerini de eleştirmiştim üstü kapalı. Şimdi tam anlamıyla işin yürütmesini de eleştirmek lazım.
  Bir Ulusal Gazetenin Yerel ekindeki manşeti görüyorsunuz. Haberin linkini de veriyorum. http://www.hurriyet.com.tr/ege/21192447.asp Bu tür büyük organizasyonlarda kesinlikle profesyonellerle çalışma yapmak lazım Çünkü bu tür insanlar aynı zamanda prestij getirir.
   Expo 2020 İzmir organizasyonlarının yürütülmesiyle ilgili kişilerin seçimlerinde, gazetelere yansıyan sorunlar vardı. Bu sorun meyvesini verdi!!! Zaten bir İZMİRLİ olarak beğenmemiştim seçilenleri.Başta İZMİR valisi Cahit kıraç. İlk yazımdan sonra haklı çıktım. Haberi okuyunca anlayacaksınız.
   Gönlüm tabi ki İzmir'in kazanmasından yana  ama başta olan ekiple zor gözüküyor.
  

Wednesday, August 8, 2012

BODY EKREM

    Rıfat Ilgaz'ın kaleminden çıkan, Ertem Eğilmez'in yönetiği, Türk Sineması'nın usta oyuncuları ve emektarlarının oynadığı Hababam Sınıfı'nı Olimpiyatlar zamanı anmazsak olmazdı.
    Sürekli, Sosyal Medya'da Olimpiyatlardaki başarısızlığımızdan ve nedenlerinden bahsediliyor. "Neden böyle olduk?" deniyor. Bir anda aklıma geldi.Temel mantığımıza bakmak lazım. Biz Millet olarak hep tebessümle, gülerek bakarız yanlışlarımıza.Türk Sineması'da genelde bunun üzerine kurulur. Güldürü. Gerçekleri Dram yoluyla anlatan filmleri seyretmeyiz. Genelde Aşk Dramlarına bayılırız. Ama yapılan Güldürü Sineması ve Ustaların bize anlatmak istediği vardır. 
    Buna örneklerden bir tanesi Hababam Sınıfı. Türk Sineması'nın muhteşem güldürü şaheseri.Ve bir Beden Eğitimi dersi sahnesi. Beden eğitimi hocası Şener Şen'in oynadığı Body Ekrem Karateri. Body Ekrem havalı, saf, gaza gelen iyi niyetli, mübalağa yapmayı ve mesleğini seven bir Hoca Karakteri. İdealist bir beden hocası. Filmin bir sahnesinde öğrencilerine, sene başındaki ilk derste, "bu yaz Montreal Olimpiyatlarına(1976) gittiğini" söyler ve orada gördüklerini öğretmek ister.Komedi başlar. Yapamaz. Ama içinde öğretmek vardır. 
    Aslında mantık hakikaten neden yapmıyoruz değilde, "boşver hocam kim ne yapsın olimpiyatlarıdır".Öğrencilerin  ya da sporcuların suçu yok. Suç, bizleri yönetenlerin ve bu işe eğilmeyen siyasilerin.Türk Milleti'ne olimpiyat olgusunu aşılayamadıkları içindir. Nasıl olsa "halter , boks güreş" bize yeter. Gördük ki öyle değilmiş.Belkide böyle idealist düşünceli hocaların fikirlerine tutunabilsek bir yerlere daha fazla gelebilirdik. Hüsrana uğramazdık.
    

Monday, August 6, 2012

EXPO 2020 İZMİR



     Bilen biliyordur ama bilmeyenler için belirtelim. İzmir #Expo2020'ye aday şehir.Daha önce  Expo 2015 için aday olmuştu.Ama kaybetti.Kaybettiği rakip Milano'dur. Expo 2020 için adaylar Tayland'ın Ayutthaya, Rusya'nın Ekaterinburg, Brezilya'nın Sao Paulo ve Dubai'dir.
    #Expo çok büyük uluslararası etkinlik organizasyonudur. Sosyal, Ekonomik, Kültürel ve diğer alanlarda şirketlerin ve sivil toplum örgütleri gibi kuruluşların katıldığı bir olaydır.İzmir böyle bir organizasyona hazır mı ya da 2020 yılına böyle bir organizasyonu yapabilme şartlarını hazırlayabilir mi?!!! #Expo2015  adaylığına baktığımızda yıl 2012'nin yarısını geçtik ve bence böyle bir organizasyonu kaldıramazdı.
    Tema olarak "sağlık" temasını kullanmışlar. Bunun için jeotermalden yola çıkmışlar.İzmir'de jeotermal sıcak su kaplıcaları denince akla Balçova Termal gelir. Çünkü başka yer yoktur. Orası da çok küçüktür. Expo'ya gelecek olan ziyaretçi saysını düşününce. Gelişmesi de mümkün gözükmüyor. Peki nereye yapılacak yeni jeotermal sağlık merkezi ya da yapılacak mı?Cevabı zor ya da yok.
    Logosu bence iyi değil. Tema ile uyumlu olsun demişler ama olmamış. Birincisi içinde mavi renk yok. Çünkü İzmir demek, "Deniz" demek. İzmir "özgürlük" ve "çok kültürlük" demek Bunlarda yok. Olması lazım çünkü tanıtım videosunda çok kültürlülüğe parmak basmak istemişler fakat tam anlatamamışlar.
     Birde "Modern" yapılaşmaya örnek olacak binalarımız yok. 2020 yılına kadar olur mu? Zanetmiyorum. Bizde mantık şu; siz bize bu görevi verin biz 2020 ye yetiştiririz. Yarıştığımız ülkelere şöyle bir göz gezdirdiğimizde, Ayutthaya şehri konumu itibariyle fena durmuyor.Ekaterinburg geniş yerleşim alanları ve modern yapılar dikkat çekiyor. Sao Paulo gelişmişlik göze çarpıyor. Burada Dubai zenginliği ile öne çıkıyor tabi ki.
     İzmir'in sorunlarından bir tanesi toplu ulaşım sorunun çok yetersiz ve çoğunlukla  otobüslerin de eski araçlar olması. O güne kadar değişir mi, değişenler ne kadar yıpranır ve sağlık bir şekilde kalır tahmin edemiyorum.Dahası deniz ulaşımı yeterli ve teşvik edici değil.Otel sayısı yeterli değil ve istenilen düzeyde otel yok. Semtlerimizin yapısı, gezinti yapmaya müsait değil. Tek yer Alsancak semti. Orası da yoğunlukta keşmekeş olur. Ciddi ve güzel bir meydanımız yok. Tarihi açık hava çarşısı Kemeraltı'nın durumu çok kötü. Limanın taşınması gibi bir durumda var.Tam anlamıyla ciddi bir yatırım yok.Alışveriş Merkezleri yapılmaya başlandı. Belki getirisi olabilir.Ama iyi bir "tanıtım" yapılmadığı kesin.
Yarıştığımız şehirlerin tanıtım videolarını ve İzmir'in #Expo 2020'in  videosunu yayınlayacağım.Ben umutlu değilim. Bakalım siz ne düşüneceksiniz?Sırasıyla  Taylan,  Brezilya, Rusya ve İzmir. Dubai'nin videosu (linki http://expo2020dubai.ae/en/our_bid) temasıyla uyumlu olmuş.

Thursday, August 2, 2012

Saol, Saol, Saol

     Lisanslı Basketbolculuk yaptığım dönemlerde, özellikle küçükler kategorisinde ilk beş sahaya çıktığında , her iki takımın oyuncuları kendi sahalarında faul çizgisi üzerinde dizilir ve hakemle birlikte maç başlamadan önce üç defa, "Türk Sporu adına  Sağol Sağol Sağol" denirdi. Neden söylendiğini tam bilmiyordum ama muhtemelen saygı için söyleniyordu. Hızlı ve sert söyleyince saol saol saol şeklinde ağızdan çıkıyordu:))
     Peki bugün Türk Sporu ne durumda! Bu durumu sadece sporcular olarak algılamayın. Bütünüyle ele alın. Takımlar, yöneticiler, siyasetçiler, gazeteciler...Felaket değil mi? Herkes birbirine hınçla yaklaşınca Türk Sporu'nun "Sağ Olacak " durumu kalmıyor. Rant uğuruna her şeyi, tüm spor dallarını mahvettik.
     Son durum olimpiyatlarda yaşananlar.Özellikle halter ve yüzme sporunda Derya Büyükuncu için söylenenler.Hep sporcular mı suçlu? Bakın gazetelere Efsane Naim Süleymanoğlu'na "uyardım ve söyledim " önlem alınmadı" diyor halter için.Derya Büyükuncu'dan daha iyisini yetiştirdiler de mi  yinede Derya mı  gitti olimpiyatlara? Elinden geleni yapmıştır, Derya. Futbol dışında hangi spor dallarına önem verdik ve para yatırdık. Hep sporculardan güç göstergesi ile başarı bekledik. Teknik olarak onlara ne verdik. Bugün bakıyoruz, Kadın Voleybol ve Kadın Basketbol takımlarımıza biraz destek verince neler yapabileceklerini gördük. Ama bu destek onlar bir şey başarınca geldi. Bir şeyler başarmadan önce gelmedi.

   Türk Sporu'nun Sağ olması için; adam gibi bir devlet politikası, bilinçli bir seyirci potansiyeli yaratılması ve her türlü ranttan uzak spor insanlarının sporu yönetmesi gerekir. Şans eseri Olimpiyat adaylığımız kabul olursa, belki bu şartlar yerine geldiğinde başarı sağlayabiliriz.

Diğer Yazılarım/My Other Articles

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...