Translator

Wednesday, March 30, 2022

EVREN KONAKÇI TÜRKİYE’DE ÇEVRE FELAKETİNDE ÇOKULUSLU ŞİRKET ETKİSİ

                                       GİRİŞ

         Çevre günümüz Dünyasında daha önemli bir hal almaya daha fazla insanlar tarafından önemsenmeye başladı. Çünkü artık insanlar çevrelerine bakarak yeşilin ne kadar azaldığını ve insanların nefes alacak yerlerinin yok olduğunu fark ettikçe çevre yani Doğa daha fazla önemsenmeye başladı. Aslında olması gereken buydu. Doğa kendi yarattığı değişimlerle- ki insanlar buna “doğal afet” aslında kendini yeniliyor. Doğa kendi kendini tamir edebiliyor. Ya insanların yaptıklarını?

         İnsanlık çoğaldıkça ve geliştikçe ekonomik be iktisadi kalkınmalarda baş gösterdi. “Büyük Sanayi” hamleleri insanlık için çığır açmış gibi gözükse de olumlu anlamda büyünün arkasındaki olumsuzluğu göremediler. Çünkü liberalizm olarak görülse de ekonomik kalkınma “Para” Neoliberalizm demekti ve parada “Güç” Realizm demekti. Para “Çokuluslu” olarak adlandırılan Dünyanın her yerinde iş yapabilme özelliğini kazandıran dev şirketler yarattı. Bu dev şirketlerde daha fazla “Güç” sahibi olmak adına sözde “İnsanlık” için aha iyisini yapabilirim vadi ile birbiriyle yarışa girmişken Doğa ile de “Savaş” ‘a girdiğinin farkında değildi.

         İşte bu yazıda hem çevrenin ne olduğu ne demek olduğu hem de Çokuluslu Şirketlerin ne olduğu ve rekabet halinde ve de ekonomik kalkınma yaratırken nasıl “Çevre Felaketleri” yaratıklarının Türkiye örneklemesi ile de bahsedilecektir.

 

ÇEVRE

       Çevre tanımlaması yapmadan önce Doğa’nın tanımı yapmakta fayda vardır. Doğa, canlı-cansız varlıkların birbiriyle olumlu ya da olumsuz şekilde etkileşimde olduğu ve kendini, kendi dışından gelecek bir müdahale olmadan sürekli yenileyebilen bir varlıktır diyebiliriz. Bu doğanın içinde insanlar ve hayvanlardır vardır. Diğer varlıklar olarak güneşi, toprağı, suyu, havayı, taş ve kaya oluşumlarını, mikro organizmaları, mikropları, bakterileri …vs. gibi farklı bilim alanlarını ilgilendiren varlıkları da sayabiliriz. Dolayısıyla canlı ve cansız varlıklar bir bütün halindedir.

      Çevre ise bazı varlıların birbiriyle aynı ortam yaşadığı alan diyebiliriz. Yani “yaşam alanı”. 19 yy. sanayileşme, ekonomik gelişmeler, insan nüfusunun artması, savaşlar, çatışmalar, ölümler doğanın kendi değişimi içinde yaşan sorunlar ya da afetler daha insan odaklı bir çevre düşüncesi yaratmıştır. Yani “Doğa ‘yı” “İnsan” uydurma durumuna girmiştir.

       Modern denilen 20 yy. ile teknolojik gelişimler de yaşanmıştır. Bu devrim insan yaşamının daha da rahatlığı ve kolaylığı ulaşması sebebi ile daha fazla talep edilen bir nokta gelmiştir. Dolasıyla üretim artması tüketimi

de beraberinde getirmiştir. Diğer taraftan daha tüketim isteği yeni üretim alanlarının açılmasına sebep olmuştur. Tabi daha fazla üretim, daha fazla iş gücü, daha fazla enerji kullanımı bir yandan ekonomik kalkınma sağlasa da diğer taraftan iktisadi dengelerin bozulmasını zenginliği getirdiği gibi yoksulluğu da getirmeye başlıyor. Çünkü bazı Devletler kendi “Doğası ’nın” yani çevresinin yeraltı kaynaklarını kullanması için ya bütçelerinde pay ayırıyor -nasıl olsa daha fazla kazanacağız- diye ya da uluslararası kuruluşlardan kredi borçlanması yolu ile maliyet yaratıyorlar. Bu öngörülemeyen durumlardan ekonomik problem yaratıp iktisadi dengeleri bozuyor.

    Bir taraftan zenginleşenler bir taraftan yoksullaşanlar. Dahası zenginleşme ile gelen çevre koruma maliyetleri. Bu maliyetler çevreyi korumak için önlemi alınan yatırımlar ve vergiler. Bu yatırımların yapılmasını beklemek ve vergileri toplamak yoksul kesimden kolay olmuyor ya da hiç olmuyor. Bunları yapması gereken ya da maliyetleri karşılaması gereken de Devlet iken; Devletler de bunları göz ardı edebiliyor. Tabi burada haksız bir durum oluyor. Zenginleşen kirliği yaratırken almadığı önlemlerden dolayı ki bunların en başlıcaları hava kirliği, su kirliği ve toprak kirliği olurken, yoksul halka bunları fatura etmek adil değil. Çünkü yeri geldiğinde bir “Çevre Felaketi ’ne” dönüşen bu durum doğayı etkilediği kadar bu durum en direkt olarak insanlığını etkilememektedir. Sakat doğumlar, ölü doğumlar ya da ölümler yaratabilmektedir. Dolayısıyla ve hem insanı yani insanlığın geleceğini hem doğa çevreyi yani Dünyanın geleceği açından uluslararası anlamda koruma düşünce vakıf olmaya başlamıştır.

     Yakın geçmişe baktığımızda hava kirliğine bağlı çevre felaketinden de 4 bin ölümü ile sonuçlanan 1952’de Londra’daki Hava Kirliği bir düşünce oluşturmuştur. Londra’da 1952 yılında Aralık ayında havanın çok soğuması ve nemlerin artmasında dolayı insanlar ısınmak için daha fazla kömür yakmasın ve bu arada rüzgarların durması ile şehir kömür dumanına boğuldu ve bir çevre felaketi yaşandı. Böylelikle Londra’da “Temiz Hava Hareketi” başladı. İşte bu çevrenin korunmasına yönelikte bir düşünce oluşmasına sebep oldu.

 1960’lı yıllarda, üretimin daha da artması ve bununla birlikte teknolojik gelişmeler çevresel felaketlerinin yarattığı olumsuz sonuçlar iyice artmaya başlaması ile 1970’lı yıllarda uluslararası boyuta ulaşmıştır. Zaten daha önce var olan çözüm bulma düşünce uluslararası aktörler nezdinde de yer bulmaya başlamıştır. 

1972 yılında 113 ülkenin katılması ile İsveç Stockholm’de çevre felaketler Dünya çerçevesinde ele alınmış, çevrenin nasıl korunacağı nasıl iyileştirileceğine aynı zamanda sosyo-ekonomik kalkınmanın çevre ile bağlantısı konuşulduğu Birleşmiş Milletler (BM) konferansı bir milat olmuştur. Birçok Devletin ilke ve politika geliştirmesine öncü olmuştur.

      Daha sonraki yıllarda 1983 yılında BM nezdinde Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu kurulmuştur. Bu komisyon 1987 yılında bir rapor hazırlamıştır. Bu Brundtland raporu çevre ve kalkınmanın birlikteliği ilişkisini öne sürmüştür. Akabinde bu rapora atfen 3-14 Haziran 1992'de Brezilya Rio de Janeiro'da Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı sonunda 27 ilke ile bir Deklarasyon yayınladı. Çevrenin uluslararası düzeyde korunmasına yönelik zamanın en önemli toplantısıdır.

      BM’nin önemli aktör olarak Çevreyi Korumayı daha net bir şekilde gündeme alması ve yayınladığı raporla sürdürülebilir kalkınmayı ve ekonomik kalkınmayı daha fazla ele aldığı için Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Dünya Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB) ve Çokuluslu Şirketler ve iktisadi Sivil Toplum Kuruluşları diğer aktörler olarak daha fazla önemli rol oynamaya başlamışlardır.

      Çevre politikaları her ülkeye göre değişiklik gösterir. Çevre politikası bir ülkenin sosyo-ekonomik durumuna göre ve bu yüzden oluşana tercihlere göre politika oluşturmasına bağlıdır. Fakat bu tercihler uluslararası aktörlerden çok da bağımsız olamaz. Çünkü bazen çevre politikalarının uygulanabilmesi için uluslararası iş birliğinin gerekliliği önem arz etmektedir. Bu durum ülkelerin politikalarının kurumsallaşmasıyla mümkün olmaktadır. 

      Sürdürülebilir ekonomik kalkınma olurken, sürdürülebilir çevre zarar görmemeli ve yol olmamalıdır. Olası bir çevre tahribatında ilk etapta zararg gören yakın çevre gözükse de, bu çevre tahribatın etkileri zaman içerinde yayılma gösterebilir bölgeselleşebilir.  Devletlerin kendi halkına karşı sorumluluğu kadar uluslararası topluma karşı da sorumluluğu bakidir.

      Çevrenin felaketi sonucu oluşan tahribatı doğanın kendini yenileme gücünün ötesine geçmiş olabilir. Bu sebeple ekolojik denge bozulur ve yaşamsal anlamda bitkisel örtünün zarar görmesinin yanında hayvan sağlığı ve de insan sağlığı da zarar görebilir ve geri dönülemez bir durum ortaya çıkar.

      Çevrenin korunması korunmaya alınmasında yasalar yapılması şarttır. Olası felaketlerde ya da zarar vermelerde uygulanacak cezalar gerekli önemleri alınmasında önemli ikaz niteliğinde yaptırım gücüdür. Diğer taraftan önemli noktalardan biri toplumsal bilinç oluşturmak. Toplum çevre koruması konusunda sadece kendi yaşam alanıyla sınırlı kalmamak kaydı ile bilinçlenir bilgilendirir ve bunların yayılmasını sağlar ise çevre felaketlerin önlenmesinde çok etkili olur. İktisadi bir işletmenin yapacağı yatırım ülkeye kalkınma getirirken diğer taraftan doğaya ve insan ciddi zararlar doğuracak ise toplumun sahip olduğu bilgi ve bilinç ile bu karşı durması daha kolay ve daha güçlü olacaktır. İnsanın kendini yaşamının değerli olduğu kadar başka yaşamların değerli olduğu olgu ve bu değerle hareket etmesi aslında kendi yaşamını da garantiye alması demektir.


 

 

 

         

                

 

EKONOMİK KALKINMA VE ÇOKULUSLU ŞİRKETLERİN ÇEVRE ETKİSİ

 

    İnsanoğlu geliştikçe ve nüfus arttıkça, ekonominin, sanayi ve teknoloji anlamında büyümesi artan nüfusun kırsaldan kente göç etmesi çevresel sorunları getiriyor. İlk bakışta bu olaylar kentsel çevre sorunları gibi gözükse de kırsal nüfus yoğunluğunun azılması sanki yaşayan insan yok buraları boş ve fabrikalar yapılabilir algısı oluşmaktadır. Ama doğa felaketleri tam da burada başlamaktadır.

      Yaşam şartlarını daha iyi şekilde geliştirmek ekonomik kalkınmanın ifadelerinden bir tanesidir. İnsan refah içinde yaşamak için üretmek zorundadır. Bu demektir ki; sürdürülebilir ekonomik yapı oluşturulması gerekmektedir. Tabi ekonomik yapının oluşması insan kendi bilgi birikimi ile olduğu kadar yani kendi yararlanmak olduğu kadar çevreden doğandan da yararlanması gerekir. Bu yararlanma doğanın içinde olan ve üretime katkı sağlayan ham maddeyi bulup çıkarmak ile olur. İnsanların bu üretim neticesinde kendisine sunulan ürünün kendisine sağladığı bir refah varsa ürünün nasıl mal edildiğini sorgulamamaktadır. Bundan dolayı oluşan çevre sorunları oluşmaya başladığı ve birtakım veriler gün yüzüne çıktığında farkına varılmaktadır. Tabi ki daha önce bahsettiğim, eğer bilgi ve bilinç var ise toplumlarda.

      Dünya toplumlarının ya da Devletlerin git gide birbirine sosyal, kültürel, ekonomik, askeri, tarım, sağlık, hukuk, eğitim, bilim alanında birbirine daha fazla yaklaşmakta ve dahası entegre olmaktadır. Mali güçlü olmayan ülkelerde gelişmişlik denince akla gelen ilk ekonomi yapıdır. İşsizliğin yüksek olması, alım gücünün düşük olması dolayısıyla gelişmenin yolunu ekonomi ile ölçmektedir. Para-Refah ilişkisi doğmaktadır. Önemli olan ekonomik yatırım olması sanayileşme olması hep iyi yönünde bakılır. Fakat bu yatırım doğru zaman, doğru yer, doğru şekilde mi yapılır ve olumsuz sonuçları olur düşünmez. Yani çevre sorunu oluşur mu asla düşünmez. Fakat ekonomik kalkınma olurken bilhassa sanayileşme sürecinde ve sürece katkı sağlayan diğer ekonomik unsurların çevre ile uyumu göz ardı edilmemelidir.

      Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1991 yılında Çevre Bakanlığı’nı kurması ile çevre politikası konusunda yapılanmasını başlatmıştır. Özellikler 1998 yılında Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı (UÇEP)’nın oluşturulması ile Rio Bildirgesi-Gündem 21 gibi uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesi amacıyla 5 yıllık Kalkınma Planı’nda konu ile önemli adımlar atılmıştır.

     Diğer taraftan, 2005 yılı itibariyle tekrar Türkiye Avrupa Birliği tam üyelik müzakere sürecinde uyum fasıllarından AB Çevre Müktesebatına uyum görüşmelerinde Müzakere Çerçeve Belgesini kabul etmiştir. Fakat 2005 yılından sonra bu süreç etkili olarak ilerlememiştir. Bugüne kadar yaşan süreç örneğin Hidroelektrik Santrali (HES) yapımlarında veya değerli Maden Arama şirketlerine verilen Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporlarından muafiyet sağlanması dahası Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD)konusunda da Türkiye etkin bir ilerleme sağlamamıştır.

     ÇED; “gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek

olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalar bütünüdür. (Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı)

    SÇD yönetmeliğinin amacı;” çevrenin korunmasını sağlamak üzere sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, çevre üzerinde önemli etkiler yapması beklenen plan/programların hazırlanması ve onayı sürecine çevresel unsurların entegre edilmesi için uygulanan Stratejik Çevresel Değerlendirme sürecinde uyulacak idari ve teknik usul ve esasları düzenlemektir.” (Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı). Yani bu yönetmelik devlet kurumları tarafından önerilen politikalar, planlar ve programlar için geçerlidir. “Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD) Yönetmeliği, 8 Nisan 2017 tarihinde Resmî Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan SÇD Yönetmeliği’nin kapsadığı plan ve programların sektörlere göre yürürlüğe giriş tarihleri ise yönetmeliğe eklenen geçici maddeyle değiştirildi. Böylece, birçok plan ve programın SÇD uygulamasından belirli süre muaf kalmasını imkân veriyor. Yönetmelik hükümleri, kıyı yönetimi, mekânsal planlama, su yönetimi, tarım ve turizm sektörlerinde hemen yürürlüğe girerken; balıkçılık ve ormancılık sektörlerinde 1 Ocak 2020; atık yönetimi, enerji, sanayi, telekomünikasyon ve ulaştırma sektörlerinde ise 1 Ocak 2023 yürürlüğe girecek.

     Böylelikle çevreyi olumsuz etkileme potansiyeli en yüksek sektörler altı yıl boyunca devre dışı bırakılacak. Termik ve nükleer santralleri kapsayan enerji programları, otoyol ağları ve köprü inşaatlarını içeren ulaştırma planları ve sanayi yatırımları bir süre SÇD’yi kapsamayacak.”

     Türkiye’nin uluslararası çevre sözleşmeleri geçmişine bakarsak Ozon Tabakasının Korunması için Viyana Sözleşmesi’nin kabulünün (1985) ardından ozon tabakasını incelten maddelerin kullanımının ve üretiminin kontrol altına alınmasını sağlayacak olan Montreal Protokolü’nü Eylül 1987’de kabul etmiştir. Türkiye, 2009 yılında Kyoto Protokolü’nü imzalamıştır. İmzaladıktan sonraki süreçte yükümlüklerini yerine getirme bağlamında kontrol amaçlı oluşturulan iki dönemde de sera gazı salınımı azaltmamıştır. Son olarak, Paris Anlaşması 5 Ekim 2016 itibariyle, küresel sera gazı emisyonlarının %55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanması sonucunda, 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz ise Paris Anlaşması’nı, 22 Nisan 2016 tarihinde, New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde 175 ülke temsilcisiyle birlikte imzalamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından “Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” 7 Ekim 2021 tarihli ve 31621 sayılı Resmî Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. (Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı)

      Türkiye’nin 1993 -2014 yılları arası ÇED kararlarını gösteren tablo.

Kaynak: Bayburt Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Doç. Dr. Hayriye Şengün

        Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomiler iktisadi yatırım yapmaya ve istihdamı azaltmaya kendi mali güçleri yetmediği için başka ülkelerden yatırım çekme zorundadır. Bu bir yerde uluslararası ilişkiler gözü ile bakarsak karşılıklı ekonomik bağımlılık yaratmakta denebilir. Ama bağımlığın art ve eksileri iyi değerlendirilmelidir. Çevre yani doğa da buna dahildir. Çünkü doğa bir ülkenin gelecek nesillere bırakacağı mirasıdır,geleceğidir.  Bir Devletin, “Devlet” olma özelliklerinden olan “Toprak” parçasına “NeoLiberal” gözle bakılamaz.

      Küreselleşen Dünya’da ülkeler arası sermaye akışları daha fazla ve hızlı olmaktadır. Bu durum “Çokuluslu Şirketler” ile olmaktadır. Çokuluslu Şirket (ÇUŞ), kendi ülkesi dışında en az bir ülkede mal veya hizmet üretimine sahip olan ve bunları kontrol eden kurumsal bir organizasyondur. Küreselleşen Dünya’da Çokuluslu Şirketler de önemli aktörler arasındadır. Daha doğrusu Küreselleşen Dünya’da daha da önemli hale gelmişlerdir. Çünkü zayıf ülkelerin ekonomisini etki altına alabiliyor. Bunu bazen direkt olarak bir ülkede yatırım yaparak ya da ülkenin önemli şirketlerini satın alarak ya da ortaklık kurarak bunu yapabiliyorlar. Bu da onları etkin bir güç haline getirebiliyor.

      Ekonomik kalkınmayı öncelik haline getiren bir Devlet Çokuluslu Şirketlerin yatırım faaliyetlerine ülkelerinin kapılarını sonuna kadar açabiliyor. Kapıları sonuna kadar açmakla kalmayıp bazı ekonomik teşvikler ve muafiyetler verebiliyor. Dahası iş konuna göre kanunda yapması gereken zorunluluklar varsa bile bu zorunlulukları aşmak için gerekli destekler de sağlanıyor. İlk bakışta istihdam yaratığı için, ulusal ekonomiye fayda sağladığı için olumlu gözükse de kapitalist sistemde ve de böyle çok güçlü şirketler her zaman düşük maliyetle en yüksek karlılığı hedeflerler. Bu yüzden toplum refahı ve sağlığı, işçi hakları ve sağlığı, çevrenin korunması ve kamu yararı gibi düşünceleri olmaz. Özellikle de sanayileşme alanında yapılan yatırımlar da daha fazla öne çıkmaktadır.

     Birleşmiş Milletler, Çokuluslu Şirketlerin Global Compact (Küresel İlkeler) Sözleşmesini imzalamalarını önemektedir. Bu sözleşme, Çokuluslu Şirketlere, yaptıkları yatırımlarda, çevrenin korunması, insan hakları ve özellikle de çocuk işçiliğinin olmamasını belirtmektedir. Çokuluslu Şirketler ’in kar amaçlarının göz önüne tutmaları kadar belirtilen ilkelere deuymalarının daha fazla zorunluluk hale gelmesi talep edilmektedir. Ama diğer taraftan Çokuluslu Şirketler özellikle de hissedarları yaptıkları yatırımlarından sağladıkları anlık refahın zararlarını düşünmedikleri gibi, bir gün küreselleşen bu dünyada bu zararların kendilerine dönebileceğinin farkında değiller.

      Türkiye sahip olduğu toprak parçası ile çok nemli coğrafi noktadadır. Bu arada olabilecek herhangi bir doğa felaketi Türkiye’yi etkileyebileceği gibi çevremizi de etkileyebilir. Bu etkileme duruma göre anlık da olabilir uzunda vade de olabilir. Burada yapılacak sanayi yatırımları özellikle de madencilik alanında yapılacak yatırımlar azami dikkate gerektiren yatırımlardır. Her ne kadar yapılacak yatırım ulusal karlılığa, işsizliğe fayda sağlasa da çevre ve insan sağlığının ön planda tutulması zorunda olmalıdır.

     Türkiye gelişmekte olan ülkeler sınıfında olduğu için dış yatırımlara fazlasıyla ihtiyaç duyuna bir ülkedir. Özellikle Çokuluslu Şirketlere sağlanan birtakım avantajlar ile ve de düşük maliyetli üretim avantajı bu güçlü şirketlerin ülkeye yatırım yapmasını cazip hale getiriyor.

      Bunun bir örneği birkaç yıl önce Türkiye gündeminde yer alan ve halkın protestosuna maruz da kalan Kaz Dağları’nda “altın madenciliği” faaliyeti yapan “A..... G...” Çokuluslu şirkettir. A..... G.... merkezi T...... K......'da bulunan K......lı çok uluslu bir altın üreticisidir. Türkiye'nin kuzeybatısındaki Çanakkale ili Biga ilçesindeki Kirazlı, Ağı Dağı ve Çamyurt Mevkii Projeleri vardır. Bu bölgeler Kaz Dağları’nın farklı bölgeleridir. Kaz Dağları’nın bir bölümü Milli Park’tır. Muhteşem bir doğal ekosistem vardır. Önemli bir yerleşim merkezidir. Çanakkale ve Balıkesir illerinin çevresinin önemli yaşam kaynağıdır. Dünya’nın önemli oksijen kaynakları olan bir yerdir. 40’tan fazla endemik ürünün kaynağıdır.Bölgenin yeraltı ve yerüstü sularının kaynağıdır. Tarım ve hayvancılık için ideal bölgedir. Doğal güzellikler ve kültürel varlılar açısından değerlidir.

      Kaz Dağları aynı zamanda değerli yer altı maden kaynaklarına sahiptir. A...... G.... maden Şirketi birkaç yıl önce gündem olmasına rağmen Kaz Dağları ilişkisi biraz daha eskiye dayanıyor. 22 Eylül 2009’da Kirazlı bölgesi maden arama ruhsatı başka şirketten satın alarak Türkiye’de faaliyet göstermeye başlıyor. Aslında bir Türk şirketine taşeronluk vererek faaliyetlerini yürütmeye başlıyor. Bütün bu gelişmeler yaşanırken Hükümet Maden Yasasında değişiklik yapıyor. Her ne kadar bu değişiklik Orman izinleri ile ilgili 7. Madde de dahil Anayasa Mahkemesine taşınsa da ve Orman izinleri askıya alındıysa da verilmiş olan hak eski ruhsatlarda geçerli olmadığı için A...... G.... mevcut izinlerle çalışmalara devam ediyor.

      Çokuluslu Şirket bu çalışmalara devam ederken yasadaki boşluklardan dolayı sürekli ÇED olumlu raporu alınca işletme faaliyetlerinde usulsüzlükler yapıyor.  Bölgede etkin faaliyet yürüten Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği bu durumu gündeme getiriyor Sivil Toplum Kuruluşu (STK) toplumu bu konuda protestoya davet ediyor. Ağustos 2019 yılı itibariyle protestolar başlıyor. Halk Kaz Dağları’nda tahribat yapılan alalarda gösterilere başlayıp hem hükümete hem de uluslararası topluma ve aktörlere bu faaliyetlerin sonlandırılması için çağrı da bulunuyor. Aynı zamanda Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği bir rapor hazırlıyor.

      Bu rapor göre; yatırım maliyeti 165,7 milyon dolar olarak belirlenen proje alanı yaklaşık 20 bin dönümdür. ÇED alanı ise 6 bin 138 dönüm ve bunun yüzde 97’si yani 5 bin 940 dönümü orman alanıdır. 283 tür bitkinin yaşadığı Kirazlı’da 7 tür bitki endemik, yani yalnızca bu gölgeye özgü bulunmaktadır.

 577 dönüm arazide 170 ila110 metre derinliğinde, 700 ila 500 metre uzunluğunda 1 ana, 2 uydu açık ocak açılacaktır. Buradan çıkarılacak cevherden yığın liçi yöntemiyle altın ve gümüş elde edilecektir. Günde 15 bin ton cevherin serileceği yığın liçi alanının kapasitesi 26 milyon ton, yüksekliği ise 10’ar metrelik katlar halinde 100 metre kalınlıkta olacaktır. Her 10 metrenin üzeri çimento veya kireçle kaplanacak ki, yaklaşık 100 metre yüksekliğinde bir tepe demek bu aslında. Yılda 13 bin 125, toplamda 78 bin 750 ton çimento veya kirecin kullanılacağı liç alanında yılda 3 bin 150 tondan toplam 18 bin 900 ton siyanür ve 420 ton da kostik kullanılacak.

      Çanakkale’nin içme suyu ihtiyacını karşılayan Atikhisar Barajı’nın su toplama havzasında yer alan Kirazlı Altın Madeni’ nin büyük miktardaki su gereksinimi Zeybek Çayırı Köyü yakınlarında yapılacak olan Altınzeybek Göleti’nden sağlanacaktır. Çıkarılan madenden etkilenecek olması ve gerektiğinde kullanılacak su kaynakları da 7 km mesafedeki Kocaçay (Sarıçay), 22 km mesafedeki Menderes Çayı. Armutçuk Deresi, Hacıkarı, Akçaalan, Koyunsuyu, Gökbüyet, Bent ve Balıklı Dereleri de Kirazlı Altın Madeni yakınlarındaki diğer su kaynaklarıdır.

      Ömrü altı yıl olarak belirlenen projede, inşaatta 600, işletmede 300, kapamada 200 kişinin çalışacak. 0,75 gr/ton altın, 11,75 gr/ton gümüş tenör saptanan Kirazlı’da toplamda 17,5 ton altın, 106 ton gümüş elde edileceği öngörülmektedir.

      Eş zamanlı olarak Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin bu raporu yayınlaması toplumun konu hakkında daha fazla bilinçlenmesine ve bilgilenmesine sebep oldu. Böylelikle halkın protestolarının artmasına aynı zamanda uluslararası aktörlerinde bu konuyadikkatine çekilmesine sebep oldu. Bu sebeple de Çokuluslu Şirket’in üzerinde hem sivil kuruluş baskısı hem toplum baskısı nasıl oluştuğu ve nasıl baskı yapılacağı bir kez daha teyit edilmiş oldu.

açık hava, zemin, gök, kişi içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

      İşte küreselleşen Dünya’da sürdürülebilir kalkınma adına hem Çokuluslu Şirket’in hem hükümetin yasalarla oynayıp nasıl bir şirketin çevreye zarar verebileceği de bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Çünkü Çokuluslu bir şirket “para” gücüyle ve tabi ki de NeoLiberal sistem güden bir hükûmet de var ise ülke yasalarını ve politikasını kendi lehine çevirebildiği görülmüş oldu.

      Çokuluslu Şirket’in  Türkiye iş ortağı Genel Müdürü bütün protestolar karşında sessizliğini bozup basın açılmasında; tepkiler üzerine Tarım ve Orman Bakanlığı orman sahasında maden işletme ruhsatını iptal etmesine rağmen “Hiçbir yere gitmiyoruz 60 yıllık ruhsat hakkımız var, kesilen ağaçların da muhatabı biz değiliz , gerekli olduğu için kesildi ve kesime 54 milyon TL ödeme yaptık, altın aramaya da dolaylı 240 milyon dolar harcadık” diyerek aslında kendilerine karşı yapılanların ve çevreye verdikleri zararın hiç umurunda olmadığını belirtmiş oluyor. Dahası Türkiye’nin çıkarılan bu altın para kazanacağını belirtmiş.

      Bütün Çokuluslu Şirketler vahşi kapitalizmi bu kadar acımasızca uygularlar mı? Hepsini nu konuda ön yargılı davranıp suçlayabilir miyiz? Tabi ki, hayır. Çokuluslu veya küçük bir ticaret hane yapacağı karı düşünür. Çünkü şirketinin ayakta kalması önemlidir. Bir Devlet mali olarak güçlü olmayabilir. 

 Diğer taraftan bir Devlet toplum geleceğini ve o geleceklerinin mirası olan Çevreyi korumak zorundadır. İyi miras bırakabilmek adına anlık değil gelecek odaklı düşünmek büyük sermayedar grupların yaptıklarını görmeden gelemez veya Onlara yol açamaz. Bunu Dünya’mız için yapmakta zorundadır.

 

 SONUÇ

     Sanayileşme geçmişten günümüze yadsınamaz bir gerçektir. Gelişen ve küreselleşen Dünya düzenin sürdürebilir kalkınma adına artan nüfus ile buna ihtiyaç vardır. Fakat bu ihtiyaçlar yanında çevre sorunlarını da birlikte getirmektedir. Bu çevre sorunları gitgide artınca ve bazı durumlarda felaket dönüşmeye başlayınca Devletleri özellikle gelişmiş ülkeleri yeni önlemler almaya yöneltmiştir. Bunda hem toplum baskısı hem de küresel aktörlerin etkisi vardır. Çünkü Doğa ve İnsan ayrılmaz bir bütündür. Doğanın İnsana ihtiyacı yoktur ama İnsan geleceği için Doğa ihtiyacı vardır. Yaşam kaynağının önemli büyün gerekliliğinin Doğadan saplamaktadır. Bu yüzen çevre koruma önlemini gerek yasalarla gerek başka doneler ile artıran güçlü Devletler kendi şirketlerine başka ülkelerde ekonomilerini devam ettirebilme zorunluluğu yaratmıştır. Çokuluslu Şirketler ise kendilerine gelişmekte olan ülkeleri hedef seçmişlerdir. Çünkü ucuz işçilik maliyeti yasalardaki yetersizlik NeoLiberal politikaları benimsemiş, ekonomik kalkınması çevrenin korunmasının önüne koymuş ülkelerde iş yapma dolayısıyla çevreyi kirletmek ve bu konuda yaptırıma uğramamak Çokuluslu Şirketler için büyük varlık. Bu hem Çokuluslu Şirketler için hem de buna izin veren hükümetler için çok büyük bir yanlıştır. Zaten çevreyi felakete götüren bu tip düşüncelerdir. Dünya’yı çok büyük zannetmek ya da gelişmekte olan ya da gelişmemiş ülkelerin toplumlarını bir hiç zannetmek

15

çağdışılığın ve insanlığın ve doğanın düşmanlığıdır.

       Devletler toplumlarına ve uluslararası toplumlara karşı sorumluluğunu asla unutmamalıdır. Bunlara diğer uluslararası aktörleri de ekleyebiliriz. Eğer gerekli yaptırımları çözümleri üretmiyorlarsa burada görev STK’lara ve toplumların bizzat kendisine düşmektedir.  Çünkü olası bir çevre kirliliği ciddi boyutlara ulaştığında ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu felaketleri giderici gücü e yoksa bu Dünya içinde bir sorun yumağı haline dönüşüyor.

      Türkiye’nin Kaz Dağları örneğine baktığımızda başarılı bir çevre koruma performansı gösterememiştir. Dünya’ya entegre olmaya çalışan gelişmekte olan ülke konumundan çıkmak isteyen Türkiye’nin toplumunun geleceğine zarar verecek olan Çokuluslu Şirketler ’in yatırımlarına yaparken izin vermemeleri, yaptıkları usulsüzlükler göz yummamalı ve bunları yapacak yasal boşlukları oluşturmamalıdır.

     Sonuç olarak, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası politikalarına çevreyi korumak politikasını ülke geleceği açısından öncelik olarak benimsemek Türkiye’nin menfaatine olacaktır.

      

         

 

     

 

 

 

 

 


  KAYNAKLAR

·         Türkiye’de Siyasi Partilerin Küresel Çevre Sorunlarına Yaklaşımları Yrd. Doç. Dr. Hikmet YAVAŞ Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

·         Türkiye’de Çevre Yönetimi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Uygulamaları Yrd. Doç. Dr. Hayriye ŞENGÜN Bayburt Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü

·         Türkiye’de Yerel Yönetimler ve Çevre Sorunlarının Çözümündeki

Sorumlulukları, Rolleri ve Önemi Hüseyin ÇİFTÇİOĞLU ve

Ahmet Hamdi AYDIN

·         Ekonomik Küreselleşmenin Yol Açtığı Problemler Teorik Bir Bakış

 Yrd. Doç. Dr. Mehmet DİKKAYA Kafkas Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü ve Uzm. Fatih DENİZ TMSF Strateji Geliştirme Dairesi Fon Uzmanı

·         Türkiye’de Çevre Politikalarının İtici Gücü: AB’ye Tam Üyelik Süreci Ahmet ŞAHİNÖZ (Prof. Dr.; Başkent Üniversitesi)

· 

·         Çevre Politikasının Ekonomik Araçları Yrd. Doç. Dr Fatih CAN., Karadeniz Teknik Üniversitesi İİBF

·         Sivil Toplum Kuruluşları ve Türkiye Perspektifi Doç. Dr. Mustafa TALAS

·         Kapitalizm, Çevre ve Çok Uluslu Şirketler Doç. Dr. Füsun Kökalan

ÇIMRIN

·         Küreselleşen Dünya’da Çevre Sorunları

Prof. Dr. Hülya Baykal Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi

Dr. Tan Baykal The University of Tampa, Faculty of Business

·         Çevre Performans Endeksi Kapsamında Avrupa Birliği ve

·         Türkiye’nin Karşılaştırılması Yunus Emre KARAMAN Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü

·         Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler: Dünyanın Yeniden Yapılandırılması ve Çevre Necla YIKILMAZ

·         Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı İnternet Sitesi https://csb.gov.tr/

·         Ekoloji Birliği İnternet Sayfası Haberi (Rapor) https://ekolojibirligi.org/kazdaglarinda-neler-oluyor

·         Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği İnternet Sitesi http://www.kazdagim.com/

·         Hürriyet Gazetesi Aysel ALP Haberi https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/kanadali-altinci-gitmem-diyor-41763601

·         Alamos Gold Wikipedia Sayfası  https://en.wikipedia.org/wiki/Alamos_Gold

·         Su ve Çevre İnternet Sayfası ttps://www.suvecevre.com/yayin/595/70-li-yillarda-yasanan-cevre-felaketlerinden-hatirladiklarim-_17523.html#.YdMdgGDP3rd

 

 

 

 

  

         

 

 

              

         

 

 

             

           

 

 

 

 

 

Diğer Yazılarım/My Other Articles

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...