Not: Bu makale çeşitli akademik makale ve haberlerden vb bilgilerden yararlanarak yazılmıştır. Kaynaklar kısmında belirtilmiştir.
Bu makalede Türkiye’nin “sınıraşan” sular, “sınır oluşturan” ve de “su kaynağı” bağlamında Çevresel ve Ulusal Güvenliği anlatılacaktır. Açıklanmaya çalışılacak durum sınırlarımız dışında doğan ve ülkeminiz topraklarından geçiş yapıp kara sularımıza dökülen nehirler olduğu gibi ülkemiz topraklarından doğup başka ülkelerin topraklarından geçip o ülkenin kara sularına dökülen nehirlerimizin yarattığı ve yaratacağı ulusal güvelik sorunları durumlarıdır.
Diğer taraftan nehirlerimiz etkileyecek, su taşkınlığının verdiği vereceği ağır hasarlar, küresel ısınma bağlamında azalacak su kaynaklarının yaratacağı su kıtlığı ve bölgesel gelişmelerden dolayı olabilecek su savaşları açısından suyun kullanımı ve yönetimi için yapılacak olanlar, bazı ekonomik yatırımların gerekli tedbirler ve araştırmalar yapılmadan yapılması ve olası bir tehlikede bunların doğuracağı vahim sonuçlar anlatılacaktır.
Konumuza geçmeden önce çevre ve doğa nedir, çevre ve doğada nasıl bir tahribat oluşmasıyla bu kavramların toplumların ve uluslararası aktörlerin nasıl ve ne zaman dikkatini çektiği, bunula ilgili neler yapıldığı ve Suyun hayatımızdaki yerinden bahsedilip yakarıda belirttiğimiz başlık çerçevesinde konusu anlatmaya başlayacağız.
ÇEVRE VE DOĞA
Çevre ve Doğa aynı birbirini tamamlayan yaşamsal alanlardır. Ama yine de aynı anlama geliyor gibi gözükse de birbirinde farklı durumları vardır.
İlk önce Doğa’nın tanımı yaparak başlayalım. Doğa, canlı-cansız varlıkların birbiriyle olumlu ya da olumsuz şekilde etkileşimde olduğu ve kendini, kendi dışından gelecek bir müdahale olmadan sürekli yenileyebilen bir varlıktır diyebiliriz. Doğanın içinde insanlar, hayvan ve bitkiler vardır. Diğer varlıklar olarak güneşi, toprağı, suyu, havayı, taş ve kaya oluşumlarını, mikro organizmaları, mikropları, bakterileri …vs. gibi farklı bilim alanlarını ilgilendiren varlıkları da sayabiliriz. Dolayısıyla canlı ve cansız varlıklar bir bütün halinde diyebiliriz.
Çevre ise bazı varlıların birbiriyle aynı ortamda yaşadığı alan diyebiliriz. Bu alan 19 yy. sanayileşme, ekonomik gelişmeler, insan nüfusunun artması, savaşlar, çatışmalar, ölümler doğanın kendi değişimi içinde yaşan sorunlar ya da afetler daha insan odaklı bir çevre yani “yaşam alanı” düşüncesi yaratmıştır.
Yakın geçmişe baktığımızda çevre bilinci, 4 bin kişinin ölümü ile sonuçlanan 1952’de Londra’daki Hava Kirliği çevren bilinci açısından il adım oluşturdu diyebiliriz. Londra’da 1952 yılında Aralık ayında havanın çok soğuması ve nemlerin artmasında dolayı insanlar ısınmak için daha fazla kömür yakmasın ve bu arada rüzgarların durması ile şehir kömür dumanına boğuldu ve bir çevre felaketi yaşandı. Böylelikle Londra’da “Temiz Hava Hareketi” başladı. İşte bu çevrenin korunmasına yönelikte bir düşünce oluşmasına sebep oldu.
1960’lı yıllarda, üretimin daha da artması ve bununla birlikte teknolojik gelişmeler çevresel felaketlerinin yarattığı olumsuz sonuçlar iyice artmaya başlaması ile 1970’lı yıllarda uluslararası boyuta ulaşmıştır. Zaten daha önce var olan çözüm bulma düşünce uluslararası aktörler nezdinde de yer bulmaya başlamıştır.
1972 yılında 113 ülkenin katılması ile İsveç Stockholm’de çevre felaketler Dünya çerçevesinde ele alınmış, çevrenin nasıl korunacağı nasıl iyileştirileceğine aynı zamanda sosyo-ekonomik kalkınmanın çevre ile bağlantısı konuşulduğu Birleşmiş Milletler (BM) konferansı bir milat olmuştur. Birçok Devletin ilke ve politika geliştirmesine öncü olmuştur.
1977 yılında ilk kez çevresel güvenlik konusu Lester R. Brown’in “doğal kaynakların tükenmesi ve çevresel tahribat uluslar için milli güvenliğin tekrar
tanımlanmasını gerektirecek kadar önemli bir tehdit oluşturmaktadır” iddiası ile gündem olmuş ; daha sonraki yıllarda 1983 yılında BM nezdinde Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu kurulmuş ve bu komisyon 1987 yılında bir rapor hazırlamıştır. Hazırladığı Brundtland raporu çevre ve kalkınmanın birlikteliği ilişkisini öne sürmüştür. Böylelikle “çevresel güvenlik” kavramı netleşmeye başlamıştır.
Akabinde bu rapora atfen 3-14 Haziran 1992'de Brezilya Rio de Janeiro'da Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı sonunda 27 ilke ile bir Deklarasyon yayınladı. Çevrenin uluslararası düzeyde korunmasına yönelik zamanın en önemli toplantısıdır.
BM’nin önemli aktör olarak Çevreyi Korumayı daha net bir şekilde gündeme alması ve yayınladığı raporla sürdürülebilir kalkınmayı ve ekonomik kalkınmayı daha fazla ele aldığı için Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Dünya Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB) ve Çokuluslu Şirketler ve iktisadi Sivil Toplum Kuruluşları diğer aktörler olarak daha fazla önemli rol oynamaya başlamışlardır.
Çevre politikaları her ülkeye göre değişiklik gösterir. Çevre politikası bir ülkenin sosyo-ekonomik durumuna göre ve bu yüzden oluşana tercihlere göre politika oluşturmasına bağlıdır. Fakat bu tercihler uluslararası aktörlerden çok da bağımsız olamaz. Çünkü bazen çevre politikalarının uygulanabilmesi için uluslararası iş birliğinin gerekliliği önem arz etmektedir. Bu durum ülkelerin politikalarının kurumsallaşmasıyla mümkün olmaktadır.
TÜRKİYE’NİN ULUSLARARASI ÇEVRE SÖZLEŞMEŞLERİ
Ozon Tabakasının Korunması için Viyana Sözleşmesi’nin kabulünün (1985) ardından ozon tabakasını incelten maddelerin kullanımının ve üretiminin kontrol altına alınmasını sağlayacak olan Montreal Protokolü’nü Eylül 1987’de kabul etmiştir.
2009 yılında Kyoto Protokolü’nü imzalamıştır. İmzaladıktan sonraki süreçte yükümlüklerini yerine getirme bağlamında kontrol amaçlı oluşturulan iki dönemde de sera gazı salınımı azaltmamıştır.
“Paris Anlaşması (Küresel Isınma) 5 Ekim 2016 itibariyle, küresel sera gazı emisyonlarının % 55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanması sonucunda, 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz ise Paris Anlaşması’nı, 22 Nisan 2016 tarihinde imzalamış Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından “Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” 7 Ekim 2021 tarihli ve 31621 sayılı Resmî Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1991 yılında Çevre Bakanlığı’nı kurması ile çevre politikası konusunda yapılanmasını başlatmıştır. 2005 yılı Türkiye Avrupa Birliği tam üyelik müzakere sürecinde uyum fasıllarından AB Çevre Müktesebatına uyum görüşmelerinde Müzakere Çerçeve Belgesini kabul etmiştir.
“Stratejik Çevresel Değerlendirme ( SÇD ) Yönetmeliği, 8 Nisan 2017 tarihinde Resmî Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan SÇD Yönetmeliği’nin kapsadığı plan ve programların sektörlere göre yürürlüğe giriş tarihleri ise yönetmeliğe eklenen geçici maddeyle değiştirildi. Böylece, birçok plan ve programın SÇD uygulamasından belirli süre muaf kalmasını imkân veriyor. Yönetmelik hükümleri, kıyı yönetimi, mekânsal planlama, su yönetimi, tarım ve turizm sektörlerinde hemen yürürlüğe girerken; balıkçılık ve ormancılık sektörlerinde 1 Ocak 2020; atık yönetimi, enerji, sanayi, telekomünikasyon ve ulaştırma sektörlerinde ise 1 Ocak 2023 yürürlüğe girecek.
Çevre Etki Değerlendirme ( ÇED ); Çevre Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalardır. Çevresel etki değerlendirmesi süreci gerçekleştirilmesi planlanan projenin çevresel etki değerlendirmesinin yapılması için; başvuru, inşaat öncesi, inşaat, işletme ve işletme sonrası çalışmaları kapsayan süreçtir.”
SU
Su, canlı varlıların en önemli yaşam kaynaklarından biridir. İnsanoğlunun tarihi bakınca hayatını idame ettirebilmek için yaşamını su kenarlarının olduğu yere kurmuştur. Medeniyetler hep suyun olduğu yerde var olmuştur. Suyu bulduğunda yaşamı su kenarlarına kuramadığı zaman sularını taşımış bunu bazen de tüneller kazarak ya da su yolu (kemerler) yaparak sularını taşımıştır. Suyu kıtlığı olduğunda da göçebe hayat yaşamıştır. Bunun için savaşmıştır. Su insan yaşamı önemli olduğunu söylemiştik. İnsanın açlığa 30 gün, susuzluğa ise 7 gün dayanabildiği ifade edilmektedir.
Gelişen dünya medeniyetin su, önemli bir ekonomik, ekolojik, stratejik hal almıştır. Su tarım üretimi, sanayi sektörleri için de önemlidir. Tarım alanlarının yeteri miktarda su alması veya almaması tarım üretimine etkisi olacak ve bu da insanların gıdasını dolaysı ile beslenmesini etkileyecek. Türkiye’de 2019 yılı verilerine göre suyun kullanım alanlarının oranı tarım % 74, sanayi % 13, içme suyu % 13 olarak belirlenmiştir.
Hidroloji Mühendislerine göre, yıllık kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1000 m3’ten az ise su fakiri, 1000-2000 m3arasında su azlığı çeken ve 2000 m3’ten çok ise su zengini ülkeler olarak nitelendirilirler Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı yaklaşık 1550 m3 olduğu için su azlığı çeken ülke statüsündedir. Günümüz dünya nüfusunun % 40’ından fazlası su kıtlığı ile karşı karşıya iken söz konusu oranın 2050’lerde % 65’e çıkması beklenmektedir. Uluslararası aktörlerin 1992 Rio de Janeiro BM toplantısında 22 Mart Dünya Su Günü, UNESCO 2003 yılını Dünya Su Yılı ilan etmişi suya verdiği önemi göstermektedir.
Bu noktada hem Dünya Su Havzaları haritasını göstererek hem de Türkiye Su Havzaları haritalarını göstererek konumuzun ilerleyen bölümlerinde ışık tutacak bazı bilgilerin edinilmesi yararlı olacaktır.
Harita 1: Dünya Nehir Havzaları
Harita 2. Türkiye’deki Su Nehir Havzalarını Göstermektedir
Nehir Havzaları ve Su Havzaları ne demektir, buna açıklayalım. Havza: su toplama alanı olarak tanımlanır. Nehir havzalarında su ayrım çizgisinden denize aktığı noktaya, kapalı havzalarda ise suyun toplandığı nihai noktaya kadar suyun toplanma alanıdır.
MERİÇ NEHRİ
(MERİÇ ERGENE HAVZASI)
Meriç Nehri memba (kaynağı) batıda Trakya Bölgesi’nden komşumuz olan Bulgaristan’da olan sınır aşan su olup ve suyunu yine Trakya Bölgesi’nden sınırımız olan Yunanistan ile Türkiye arasında sınır oluşturarak Ege Denizi’ne boşalan nehirdir. Meriç nehri Bulgaristan sınırından girip Türkiye topraklarında denize döküldüğü için Türkiye mansap ülke konumundadır. Bulgaristan, Türkiye ve Yunanistan “Kıyıdaş Ülke” olmaktadır. Kıyıdaş Ülke, birden fazla nehir üzerinde hak iddia edebilen ülkelere denir. Birlemiş Milletler Hukuk Komisyonu kıyıdaş ülke tanımlaması olarak kendi topraklarından bir bölümü geçen uluslararası sulardan devletleri “su yolu devleti olarak tanımlamıştır.
Meriç Nehri’nin oluşturduğu havza alanı Meriç Havzası alanı 52 600 km2’lik bir alanı kaplamaktadır. Bu havzanın alanının % 65’lik büyük bir kısmı Bulgaristan’da, % 28’i Türkiye’de, % 7’si ise Yunanistan’da yer alır. Türkiye bölümündeki havzanın alanı 8.700 km2 dir. Meriç Nehri katılan nehirlerden olan Ergene Nehri 194 km uzunluğu ile tamamı Türkiye topraklarında kalmaktadır. Bu da Egene Havzasının oluşmasına neden olmakta ve kapladığı alan 10734km2 dir.
Meriç Nehri sınırımız aştıktan sonra Türkiye topraklarında Ergene nehri ile birleşmesi ile Saroz Körfezine boşalırken Drenaj Alanı oluşturur. Meriç-Ergene alt havzası su taşıma potansiyeli bakımında güçlü olmaması rağmen Türkiye’ye özellikle Edirne Şehri bölgesine taşkınlar ciddi zararlar vermektedir. Dolayısıyla oluşan zararlar can, mal ve tarımsal faaliyetler açısından Meriç Nehri suyu yönetiminin hem bölge güvenliği ve Türkiye’nin çevresel güvenliği ve ekonomisi için stratejik önemini çıkar çatışmaları veya iş birliği gereksimini ve bunu sürdürülebilir hale getirmek açısından çok önemlidir.
Taşkınlar yukarıda belirtilen zaralar dışında toprak erozyonuna ve çevre kirliliğine yol açmaktadır. Edirne Şehri ve bölgesine zarar veren taşkınların sebeplerinden en önemlisi Meriç havzasına düşen yağış fazlalığı nedeni ile Bulgaristan’daki barajların hacimlerinin dolması ve öteleme hacminin olmaması sebebiyle baraj kapaklarının açılarak suların Meriç nehrine bırakılmasıdır. Dolayısıyla bu durum Ergene Havzasında taşkınlığa sebep olmakta. Aralık 2021 yılında Edirne’deki selde bir kişi ölü bulundu.
Her yıl aynı durum sel taşkınları tekrarlamaktadır. İnsan kaybı olmasa da tarım arazilerinin sular altında kalması zirai ürünlere zarar verdiği kadar tarım arazilerinin erozyona uğraması köy evlerinin sular altında kalması ağır ve kümes hayvanları telef olması, şehre gelen suyun yapıları sokakları sular altında bırakıp maddi zarar verip insanların mağdur olması Türkiye açısında ciddi bir sorun oluşturmaktadır.
Uluslararası hukukta bu gibi durumlarda devre girecek herhangi bir hukuk prosedürü bulunmadığı için ülke durumları kendi aralarında bölgesel ve çevresel güvenlik bağlımda görüşerek çözüm bulma durumunda kalıyor. Türkiye ve Bulgaristan arasındaki bu durum da buna örneklerden bir tanesidir Devletler çözümleri yine de bir başka hukuki sözleşmelere, raporlara ve daha önce yapılmış anlaşmalara göre çözüm bulmaya çalışıyor. Fakat uluslararası aktörler konunun ilgili uzmanları ile bir arayı gelip birtakım doktrinler geliştirmeye çabalasalar da sözleşmeler ortaya çıksa da net bir hukuk şartı oluşturulamamıştır.
Türkiye ve Bulgaristan geçmişten günümüze bu konu ilgili birtakım anlaşmalar yapmıştır. Bulgaristan ile yılından 1967 Sınır Olaylarının Önlenmesi ve Halli ile Sınır İşaretlerinin Bakımı Hakkında Antlaşmaya göre sınır tespitinde idari yönden çeşitli bölge ve kısımlara ayrılmış olup Meriç Nehri bu ayrımlarda sınır olarak dikkate alınması gerektiği noktasında anlaşmaya varılmıştır. 1968 yılındaki iki ülke topraklarından akan nehirlerin sularından faydalanmada iş birliği anlaşması ise 19 Nisan 2004 de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Bulgaristan Cumhuriyeti Devleti Arasında Çevre Koruma Alanında İş birliği konusunda yapılmıştır.
Diğer bir nokta ise Bulgaristan Avrupa Birliği üyesi bir ülke olmasıdır. 2000 yılında Avrupa Parlamento’sunun ve Konseyi’nin kabul ettiği Su Konusunda Topluluk Politikası İçin Çerçeve Yönergesi su kaynakları yönetiminde ilk temel kaynak olarak diyebiliriz. Bu yönergeye Avrupa Birliği kendi üyesi ülkelere kendi topraklarında kalan kısmı için havza yönetim planı hazırlaması direktifi vermiş üye olmayan kıyıdaş ülkelerle ayrıca ortak çalışma yapmaları tavsiyesinde bulunmuştur.
Fakat bu Çevre Yönergesi su kalitesine odaklanmış ve Taşkın Risk Yönetimi göz ardı edilmiştir. Nehir taşkın olayları fazlalaşınca 18 Ocak 2006 tarihinden Avrupa Birliği Komisyonu taşkın direktifi hazırlanmasını önermiştir. 23 Ekim 2007 tarihinde “Taşkın Risklerinin Değerlendirilmesi ve Yönetimi” başlıklı Taşkın Direktifi kabul edilmiş ve 26 Kasım 2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Taşkın Riskinin Değerlendirilmesi ve Yönetimi Hakkında Avrupa Birliği Konseyi ve Avrupa Parlamentosu Direktifi, taşkın risklerinin değerlendirilmesi, yönetilmesi ve taşkınların, insan sağlığı, çevre, kültürel miras ve ekonomik faaliyetler üzerindeki yan etkilerin azaltılmasını hedeflemiştir.
Taşkın Direktif ’nin “Taşkın Risk Yönetim Planları” başlıklı 4.bölümün 8.maddesinde 2. paragrafında, Meriç nehri havzası örneğinde olduğu gibi Avrupa Birliği sınırlarını aşan uluslararası nehir havzalarında, üye devletler bir tek uluslararası taşkın risk yönetim planı veya uluslararası nehir havzası düzeyinde diğer devletlerle ortak çalışma ile taşkın risk planları oluşturması önermektedir. Meriç nehri havzasının kıyıdaş ülkeleri Bulgaristan ve Yunanistan henüz taşkın direktifine ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmemiştir. Avrupa Komisyonu 2015 yılı itibari ile tamamlama yükümlüğü getirmiştir. Türkiye kıyıdaş ülke olarak havzada meydana gelen taşkınlardan hem ekonomik hem de çevresel açıdan büyük zarar görmektedir. Bulgaristan EVROS 2010 projesi bağlamında Meriç nehri havzasında uyarı sistemi kurma projesi yapmıştır. Fakat üç kıyıdaş ülke Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan özellikle Yunanistan’ın ortak çalışmaya yanaşmasından Taşkın Risk Yönetim Planı’nda hala ilerleme kaydedilememiş ve Türkiye bu durumdan zarar görmektedir.
Türkiye kendi tarafında kalan bölümlerle ilgili taşkın sorunlarını yeni yatırımlarla çözmeye çalışmaktadır. Aşağıdaki resimlerde görüleceği gibi Meriç Nehri’ne paralel Edirne Kanalı yapılarak suların güvenli bir şekilde tahliye edilmesi öngörülmektedir. Yine taşkınların yağışların olağan dışında yağması sebebiyle de çok mümkün olmamaktır.
ASİ FIRAT VE DİCLE NEHİRLERİNE İLİŞKİN ANLAŞMALAR
Anadolu geçmişten günümüze kültürel, sosyal, ekonomik, jeopolitik özelliğinde dolayı Dünya’nın en önemli bölgelerinden biridir. Ortadoğu ise zengin petrol yatakları nedeni ve jeo-ekonomik konumu ile Dünyanın en önemli merkezlerinden biridir. Dolayısıyla geçmişten günümüze hegemon güçler gözlerini hep bu topraklara dikmişlerdir.
Diğer taraftan Ortadoğu’daki ülkelerin, etnik grupların, mezhep gruplarının üstünlük mücadelesi bölgede neredeyse sürekli karmaşa, kaos, krizler, siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın getirisi olarak da savaşlar bölgeyi çok tehlikeli hale getiriyor. Bu durum bölgenin güçlü ülkesi Türkiye’yi rahatsız ve zaman zaman tehdit etmektedir.
Ortadoğu’nun küresel ısınma ile birlikte yaşanacak en önemli sorunlarından biri SU dur. Petrol nasıl bugün Türkiye için bir güvenlik sorunu oluşturuyorsa ve özellikle Güneydoğu bağlamında aynı zamanda Suriye-Irak ile birlikte ayrılıkçı terör örgütü Kürdistan İşçi Partisi (PKK)Terör Örgütü de sorun oluştururken, Su Kaynakları da geçmişten bugünden daha fazla gelecekte güvenlik sorunu oluşturacaktır. Bugün Dünya ‘da Su kıtlığı çeken 26 ülke vardır. Bunun 14 tanesi Ortadoğu ülkesidir. Su bölümünde miktarlara göre suya sahip olan ülkelerin statülerini yazmıştık. Şimdi aşağıdaki tabloda bu statüleri sağ tarafta Ortadoğu ülkelerinin, sol tarafta Kıtaların miktarlarını göreceksiniz.
Geçmişte günümüze Türkiye, Suriye ve Irak arasında su kaynakları ve sınır açısından çeşitli anlaşmalar yapmıştır. Bu anlaşmalar;
1921 yılında yapılan Ankara Antlaşması, Suriye Fransa mandası olduğu için Fransa ile Fırat Nehri’ni ilgilendiren ilk uluslararası anlaşmadır. Bu Antlaşma, Fırat’ın kolu olan Kuveik suyunun adil paylaşımı konusunda yapılmıştır ve halen geçerlidir. Daha sonra Türkiye ile Irak Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşmasını 1946 yılında yapmıştır. Bu antlaşmaya göre en önemli protokol Türkiye Fırat ve Dicle üzerinde herhangi bir proje yaparsa Irak’ı bilgilendirecektir.
1966 yılında Türkiye Fırat Nehri üzerinde Keban Barajı uygulaması nedeni ile Irak Hükümeti ‘ortak sular’ bildirisi yayınlamıştır. Uluslararası platformlarda da çözüm bulmak anlayışı adına Birleşmiş Milletler Uluslararası Suyollarının Ulaşım dışı Amaçla Kullanımına İlişkin Sözleşme’nin 1997’de Genel Kurulca kabul edildi. 17 Ağustos 2014 yılında yürürlüğe giren Sözleşmeye Türkiye taraf olmamıştır. Türkiye Su anlaşmazlıkların kıyıdaş ülkeler kendi aralarında çözmeli düşüncesine sahiptir. Uluslararası kuruluşların devreye girmesi su anlaşmazlıklarının küresel sorun haline getirip çatışmaya dönüşebilme riskine dikkat çekmektedir.
Türkiye, Suriye ve Irak arasındaki su sorunları çözmek için 2008 yılında bir su enstitüsü kurulması kararlaştırılmıştır. 2009 yılı itibariyle Türkiye, Suriye ve Irak arasında ayrı ayrı su iş birliklerine ilişkin uzlaşı zaptları imzalanmış ve fakat 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş sebebiyle proje ertelenmiştir. Diğer taraftan Ilısu Barajının doldurulması konusunda Türkiye ile Irak arasında iki ülke ilişkilerinde Irak tarafından ön şart olarak belirlenmiş, 2009 yılında imzalar atılmış fakat uygulamaya geçilmemiş, 2014 yılı itibari ile güncellenmiş tekrar imzalar atılmamış fakat yine zapt uygulanmamıştır.
2019 yılında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ise su kaynakları ve sınır aşan suları konusundaki politikaları ile alakalı şu ana esasları belirlemiştir.
Erol Turan, Engin Bayrakdar makalesine göre
•” Tek bir nehir halinde denize dökülen Fırat ve Dicle Nehirlerinin tek bir havza oluşturduğu genel kabul görmektedir. İki nehir tek havza ilkesi Türkiye için vazgeçilmez bir koşuldur. Bu kapsamda iki nehrin toplam su potansiyelini kıyıdaş üç ülkenin ihtiyaçlarını karşılamak için yeterlidir.
• Türkiye, suların hakça, akılcı ve optimum kullanımını, suyun yararlarının paylaşılmasını ve diğer kıyıdaş ülkelere “ciddi zarar” (significant harm) verilmemesini savunmaktadır.
• Türkiye, Dicle ve Fırat suları konusunu tüm boyutlarıyla ve bütüncül bir yaklaşımla görüşmeye hazırdır. Bu çerçevede bir iyi niyet gösterisi olarak talep edilen bilgi ve veriler diğer kıyıdaş ülkelere iletilmiş ve bilgi değişiminin havza bazında karşılıklı olması gerektiği vurgulanmıştır.”
Bir diğer önemli nokta ise Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’nin üyelik sürecindeki müzakerelerinde, AB Kürt Sorunu bahanesi ile de Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu ve Ortadoğu bölgenin su kaynakları Fırat ve Dicle nehirleri ile ilgili siyasi çıkarları açısından çözümlemeye ve bölge ülkeleri (Ortadoğu) üzerinde güven ve sempati oluşturmaya çalışmaktadır.
Bu bağlamda Avrupa Birliği Komisyonu’nun hazırlamış olduğu 6 Ekim 2004 Ekti Değerlendirme Çalışması raporunda Ortadoğu’da su sorunu önemli bir yer tutacak denmiştir. Fakat İsrail’in adının geçmesi dikkat çekici bir konudur. Çünkü Avrupa Birliği bölgedeki İsrail-Suriye ve İsrail-Filistin sorunlarının temel sebebini su olarak görmekte bölgede barış olması için Fırat ve Dicle Nehirleri yoluyla başat bir rol üstlenmeye çalışmaktadır. Bu sebeple ile İsrail’in Golan Tepeleri’ni Suriye’ye iade etme şartı ile Fırat-Dicle sularından yararlanma isteği AB tarafından destek görmektedir. Bir önemli detay da Şimon Peres 1993 yılında, “Türkiye’nin zengin su kaynaklarına sahip olmasının kendileri için hayati önem taşıdığını ve bölge sorunlarının çözüme ulaşmasında anahtar ülke konumunda bulunduğunu söylemiştir.”
ASİ VE FIRAT NEHRİ (SURİYE)
Asi nehri Lübnan topraklarında doğup, Suriye topraklarından geçip, Türkiye topraklarında Akdeniz’e dökülmektedir. Asi nehri Lübnan’da 40 km uzunluğundadır, Suriye topraklarında 325 km akar, Suriye-Türkiye 52 km sınır oluşturur ve Türkiye topraklarında 88 km akar. Türkiye’den geçerken Amik Ovası’nı suladıktan sonra Samandağ’ından aşağıya Akdeniz’e dökülür. Kuzeye doğru aktığı için “Asi” adını almıştır.
Hatay’ın 1939 yılında Türkiye katılmasından beri Suriye ile sorunlarımız olmuştur. Asi nehri bunlardan bir tanesi Suriye hayatı kendi toprağı olarak görmektedir. Bu yüzden Asi nehrin suyunu zaman zaman Türkiye’ye karşı olumsuz anlamda sürekli kullanmaktadır. Amik ovasının Asi suyuna ihtiyacı olduğunu bilindiğinden bu konuda suiistimal yapmaktadır. Lübnan’da doğup Türkiye’den döküldüğü için Türkiye- Suriye- Lübnan kıyıdaş ülke durumundadır.
1984 yılında PKK terör örgütünün faaliyet göstermesi ve örgütün geçen zaman için Suriye’de yuvalanması özellikle Beka Vadisi’ni kullanması Terörist Lider Abdullah Öcalan’ı himaye etmesi Türkiye ile ciddi sorunlar doğurmuştur. Bu sorunlara karşı Asi nehri koz olarak kullanılmıştır. Bunun en önemli sebebi Türkiye’nin yaptığı Güneydoğu Anadolu Projesi’dir. (GAP) Bu proje Fırat ve Dicle üzerine yapılacak olması gölgenin önemli su ihtiyacını kontrol altına alması ve dolasıyla tarımın, sanayileşmenin, refahın popülasyonun artacağı durum oluşacaktır. Bu da Suriye’nin Su ihtiyacını etkileyeceği düşüncesi ile Suriye uygun olmayan belirtilen hamleleri yapmıştır. Ki Türkiye baskı aracı olarak Fırat’ın suyunu kesmiştir. Terörist Liderin Suriye’yi terk etmesi, PKK’nın çoğunluğunun bitirilmesi geçen süreç içinde Suriye ile yine sıcak ilişkilerin kurulması sonrasında 2008 yılında Adana Mutabakatı güvenlik bağlamında imzalanmıştır.
2011 yılı Suriye iç savaşı ile ilişkiler kopmuş ve bölgeye PKK yandaşı grupların yerleşmesi ve Irak Şam İslam Devleti adlı IŞİD terör örgütünün ortaya çıkması Türkiye açısında yine güvenlik sorunu yaratmıştır. Çünkü bu durumlar başlamadan önce Suriye ile Türkiye arasında Asi Dostluk Barajı protokolü yapılmış fakat uygulamaya geçmemiştir.
Asi Nehri’nin önemli uzunluğu Suriye’den geçtiği için Asi nehrinin suyunu istediği gibi kullanmakta bu durum Amik Ovası için zaman tehlike yaratmakta.
Bu tehlike kuraklık olduğu kadar sel tehlikesi yaratmaktadır. İlişkilerin kopuk olduğu 2012 yılında Suriye Zeyzum Baraj kapaklarını açınca Hatay’da ilinde tarım arazileri sular altında kaldığı gibi bölgeye yakın evler de sular altında kalmış büyük zararlar ve mağduriyet oluşmuştur. Burada suyun yine suni sel yaratarak silah gibi kullanıldığını görmekteyiz.
1994 yılında Suriye ve Lübnan arasında Asi nehri su kullanılması anlaşması imzalanmıştır. Bu duruma Türkiye tepki göstermiştir. Çünkü anlaşmaya kıyıdaş ülke olarak çağrılmamıştır. Çağırmama sebeplerinden en önemlisi Hatay’ı hala kendi toprakları olarak görmektedirler.
Asi Nehri’nin suyunu Türkiye’nin isteği miktarda vermekte zorluk çıkaran Suriye, Fırat Nehri suyunu saniyede 500m3 den 700m3/sn’ye çıkmasını istemektedir. 1987 yılında yapılan anlaşmaya göre Irak’a Fırat suyunun %42’si Suriye’ye %58’i verilmektedir. Fırat Nehri’nin akışı saniyede 950m3’tür. 700m3’e çıkarmak Fırat’ın suyunu %78’ne denk gelmektedir. Kaldı ki Türkiye’ye kaybı 250m3 olacağı için bu durum imkansızdır.
FIRAT VE DİCLE NEHRİ (IRAK)
Irak’ın Fırat ve Dicle yüzünden Türkiye’ye olan davranışları Suriye ile paralellik göstermektedir. Tıpkı Suriye gibi Fırat ve Dicle’nin uluslararası su yolu olduğunu iddia etmekte ve bu yüzden daha fazla su talep etmektedir. PKK terör örgütünü topraklarında barınmasına izin vermesi Türkiye tarafından hem toprak bütünlüğüne tehdit hem de bölgenin en önemli yatırımı olan ve de Suriye gibi Irak’ın da itirazları olduğu Güneydoğu Anadolu Projesi için de tehdit olarak algılamaktadır. 1. Körfez savaşının yarattığı durma ile PKK’nın güçlenmesi, 2. Körfez savaşı ile Irak’ın daha vahim bir hal alması yönetim açısından ve sonunda IŞİD terör örgütünün ortaya çıkıp kendine Devlet kurması ve de Fırat’ın Suriye tarafında suyu kontrol eder hale gelmesi Türkiye açısından büyük tehdit olmuştur.
Fırat ve Dicle Nehirleri Türkiye’nin en büyük su havzasını oluşturmaktadır. Fırat Nehri Erzurum Dumlu dağlarından doğar 1263 km Türkiye sınırları içerisinden geçer ve diğer kolları ile birleşerek toplam uzunluğu 2.800 km ulaşır. 710 km Suriye ve 827 km Irak sınırları içerisindeki uzunluğa sahiptir.
Dicle Nehri’nin 523 km’si Türkiye sınırları içerisinde yer alır ve Irak’tan geçip toplam uzunluğu 1900 km’ye ulaşır. Fırat ve Dicle Nehirleri birleşerek 180 km su yoku oluşturur ve Basra Körfezine dökülür. Oluşan bu alana Şatt’ül-Arap denir. İran-Irak savaşının sebeplerinden biri de bu bölgedir.
GÜNEYDOĞU ANADOLU PROJESİ (GAP)
Türkiye’nin Cumhuriyet tarihinin en önemli projelerinden biridir, GAP. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin sosyal ve ekonomik açıdan refaha ermesi için büyük bir projedir. Esas itibari ile tarımsal alanların geliştirilmesi ve kontrollü bir şekilde sulanması içinde yapılmıştır. Fırat ve Dicle nehirleri üzerine yapılan proje kalkınmayı özellikle sürdürülebilir bir kalkınma hedefi ile yapılmıştır. Bununla beraber Sanayi hamlesi içinde önemlidir. Üretimin artması istihdam yaratması bölge insanı için çok önemlidir. Bu sosyal bir refah getireceği gibi eğitim seviyesinin de yükselmesi, sağlık ve ulaştırma alanlarının iyileştirilmesine vesile olmaktır.
GAP, program olarak 1970’lerde ele alınmıştır. GAP’ın Master planı 1989 yılında yapılmıştır. Amaçlardan bir tanesi Uluslararası anlamda bölgeye ilham kaynağı olmaktır. Fırat Nehri üzerine 1973 yılında Keban Barajının yapılması bölge ülkelerin Suriye-Irak itirazına neden olmuştur. Bu GAP ile daha da artmıştır. PKK terörü sebebi ile yeterli maddi kaynak da bulunamaması sebebiyle de günümüz itibari ile tam olarak bitirilememiştir. Tabi Amerika Birleşik Devletleri gibi hegemon güçlerin Ortadoğu’da savaş sebebi ile de bulunması projesi etkilemiştir.
GAP Projesi ile Fırat ve Dicle’yi kullanma seviyesinin artacak GAP kapsamında 22 baraj, 19 hidroelektrik santrali ve 1,8 milyon hektarlık sulama sistemlerinin yapımı öngörülmüştür. Bugüne kadar 19 baraj, 17 hidroelektrik santrali tamamlanmıştır. Sulama projelerinin ise yüzde 54’ü gerçekleştirilerek 571.591 bin hektar alan sulamaya açılmıştır. Aşağıdaki resimde GAP’ı kapsayan iller gözükmektedir.
T.C. Dışişleri Bakanlığı Türkiye’nin sınır aşan suları konusundaki politikaları şu maddelerle belirtmiştir.
1. Türkiye sınıraşan suları, kıyıdaş ülkeler arasında bir iş birliği unsuru olarak görmektedir.
2. Her bir sınıraşan nehir havzası kendine özgü ekonomik, sosyal, çevresel, kültürel, hidrolojik ve meteorolojik dinamiklere sahiptir. Bu dinamiklere tam anlamıyla vakıf olamayan üçüncü taraflar meseleleri daha da karmaşık hale getirebilecekleri için, sınıraşan sularla ilgili meselelerin üçüncü tarafların müdahalesi olmadan sadece kıyıdaş ülkeler arasında ele alınması gerekmektedir.
3. Her ülkenin topraklarından doğan veya topraklarında akan sınıraşan sulardan faydalanma hakkı bulunmakta olup, bunu da aşağı kıyıdaş ülkelere “belirgin zarar vermeme” ilkesini esas alarak yapmalıdır.
4. Sınıraşan sular kıyıdaş ülkeler arasında “hakça”, “akılcı” ve “etkin” biçimde kullanılmalıdır. (T.C. Dışişleri Bakanlığı 2022)
Türkiye’nin Fırat-Dicle Nehri için Suriye ve Irak’ı da içeren üç katmanlı bir plan önerilmektedir
1. Türkiye Suriye Irak kullanılabilir su potansiyellerinin belirlenmesi
• Gerekli bilimsel veriler çıkartılmak için istasyonlar kurmak
2. Üç ülkenin kullanılabilir tarım arazilerinin belirlenmesi
• Toprak sınıflandırması yapmak.
3. Suyun bilgi ve verilere göre kullanılması
• İlk iki maddede toplanan verilerin uygulanması aşaması
Bu noktada Türkiye’nin çevresel iç güvenlik meselesi olan ve oluşabilecek bir sorunda uluslararası sorun haline gelebilecek bir noktaya dikkat etmek gerekir. Veryansıntv.com haberine göre Erzincan İliç’teki siyanür ve sülfürik asit atık havuzunun bölge için tehlike oluşturduğu bu havuzun daha da büyütülmek istendiği, bölgenin deprem bölgesi olduğu Fırat nehrine 350 metre uzaklıkta olduğu ve dolayısıyla havuzda oluşabilecek bir çatlak ile çevre iç.in bir felaket olabileceği belirtiliştir. Özellikle Fırat nehrine zarar vermesi sınır aşan bir su olduğu için ileride uluslararası bir boyut alabilir.
DEĞERLENDİRME
Yadsınamaz bir gerçek olan şey canlı varlılar su hayati önem taşımaktadır. Canlıları suyu yerilen hayatta tutacak başka bir şey yoktur. Çevresel güvenlik günümüz dünyasında çevre felaketlerinden sonra daha çok önem kazanmıştır. Bunlardan bir tanesi özellikle küresel ısınma, kirlilik gibi nedenlerle sularımızın bundan etkilenmesi ve bu sebeple “uluslararası aktörlerin suları korumak adına neler yapabiliriz” soru akla getirmektedir.
Uluslararası platformda neler yapabilir soru aslında ülkelerin birbiriyle olan durum. Bazı nehir havzaları sınır aşan su, uluslararası su, uluslararası su yolu gibi nitelendirmeler kazandığı için ülkeleri karşı karşıya getirmektedir. Birtakım sözleşmeler yapılsa da birtakım doktrinler üretse de su bağlamda uluslararası hukuk adına tam anlamıyla bağlayıcı bir hukuk yoktur. Devletler kaynağı kendinden olan sularla ilgili Egemenlik kavramı üzerinden anlaşmalar yapamaya çalışmaktadır. Bunun en temeli 1997 yılı Birleşmiş Milletler sözleşmesinde geçen suların adil ve makul kullanımı konusudur.
Meriç Nehri’ne baktığımızda kullanım konusundan daha çok sel taşkınları sebebi ile de mağduriyet yaşanmaktadır. Kirlik, toprak erozyonu, tarım arazilerinin su altında kalması, hayvanların telef olması insanların mülklerinin zarar görmesi ve insanların hayatlarını kaybetmesi. Türkiye bu sorunu çevresel güvenlik bağlamında hem kendi tedbirlerini almakta hem de bölgesel güvenlik bağlamından Bulgaristan ile görüşmeler yaparak bu sorunu etkisiz hale getirmeye çalışmakta. Bulgaristan özellikle baraj kapaklarını açtığında su bir silaha dönüşebiliyor.
Suriye Asi Nehri’nde bunu 2012 yılında Türkiye ilişkiler kopuk olduğu için Asi Nehri’nde Türkiye yakın baraj kapağını açmış ve Hatay ili çevresi sular altında kalmış ve zarar olmuştur. İlişkiler kopuk olmadan önce de Asi ’nin suyunun adil kullanım hakkında Türkiye’nin tam olarak yararlandırılmaması.
Türkiye ise Fırat nehri bağlamında Suriye’nin PKK terör örgütüne sahip çıktığı için tam ter baraj kapaklarını açmak yerine kapatarak su vermemiştir. Yani suyu bir silah olarak kullanmıştır. Bir tehdit aracı haline getirmiştir. İlişkiler normale döndüğünde adil kullanım hakkından yararlandırmıştır. Fırat ve Dicle Nehirleri bağlamında ise Irak Suriye ile paralellik gösterinden Türkiye’den aynı tepkiyi almıştır.
Türkiye’yi yakın zamanda etkileyecek en önemli sorun küresel ısınma ile su kaynaklarının daha fazla buharlaşma etkisi ile azalacak olması. Şu an bile Suriye Irak bizden daha fazla su talep etmektedir. Bölgede olan istikrarsızlık, terör örgütlerinin faaliyetleri buna IŞİD ‘ni de eklersek, Suriye sınırımızda Türkiye olarak kabul etmediğimiz birtakım devletler kurulmaya başlarsa çok daha ciddi sorumlar ile karşı karşıya kalabiliriz.
Diğer taraftan bölgede Türkiye’nin, ABD’nin Rusya’nın siyasi çatışmaları, Rusya’nın Suriye’yi desteklemesi ABD’nin Suriye dışı oluşumları desteklemesi, Türkiye’nin terör örgütlerine karşı yürüttüğü operasyonlar bölgenin gelecekte de ne kadar sıkıntılı olacağını göstermektedir. Diğer taraftan İsrail’in su bağlamında isteklerini unutmamak gerekir.
BM raporlarına baktığımızda zaten yerel ve bölgesel olan su savaşları 2050 yılı itibari ile küresel bir boyut alabilir. 2040 itibari ile Ortadoğu’da su kıtlığı yaşanacağının belirtilmesi Türkiye’nin ise kaynak sahibi olduğundan bu çatışmaların ortasında kalma ihtimali yüksektir.
Suyun önemini anlatmak için şu söylenmiş sözlere de bakabiliriz.
Viski içmek içindir, su savaşmak içindir.” Mark Twain
“Gelecek savaşlar politika değil su için yapılacaktır.” Boutros Ghali
“Mısırı tekrardan savaşa götürebilecek tek sorun sudur.” Enver Sedat
“Tatlı suya ilişkin şiddetli rekabet gelecekte çatışma ve savaşların
kaynağı olacaktır.” Kofi Annan
Sonuç olarak Türkiye sularına sahip çıkmada daha efektif adımlar atmalı geleceğe dönük tedbirlerini yatırmalarını yapmalı, sularının asla ve asla zarar görmesi ihtimali olan yatırımlarından kaçınıp çevresel güvenliğini sağlamalıdır. Böylece oluşabilecek çatışmalara karşı bölgesel güvenliğine olan hakimliğini ve söz sahipliğini garanti altına alıp elini daha fazla güçlendirmelidir.
KAYNAKLAR
1. Türkiye’de Siyasi Partilerin Küresel Çevre Sorunlarına Yaklaşımları Yrd. Doç. Dr. Hikmet YAVAŞ Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
2. Türkiye’de Yerel Yönetimler ve Çevre Sorunlarının Çözümündeki
Sorumlulukları, Rolleri ve Önemi Hüseyin ÇİFTÇİOĞLU ve
Ahmet Hamdi AYDIN
3. Çevresel Güvenlik Kapsamında Su Arş. Gör. Nevşehir Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü Derya Sürmelioğlu PARLAR Arş. Gör. Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Oğuzhan ASLANTÜRK Erişim Tarihi 02.04.2022
4. Kapitalizm, Çevre ve Çok Uluslu Şirketler Doç. Dr. Füsun Kökalan ÇIMRIN
5. Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Web Sitesi
6. Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD) Yönetmeliği’nin Türkiye’nin Çevre Politikasına Katkısı Abdülvahap Çağatay Dikmen
7. Su Kemeri Su kemeri üzerinde su yolu bulunan kemerli köprüdür. Başka bir tanımla; su kemerleri su taşımak amacıyla insanlarca inşa edilen kanalla rdır / wikipedia
8. T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Sınıraşan Sular Bağlamında Türkiye, Suriye ve Irak İlişkileri Uzmanlık Tezi Hazırlayan Duygu Doğun KIRKICI Ankara 2014 Erişim Tarihi 02.04 2022
9. Uluslararası Politik Araştırmalar Dergisi Ağustos 2020, Cilt. 6 (2) Araştırma Makalesi Türkiye’nin Su Yönetim Politikaları: Ulusal Güvenlik Açısından Bir Değerlendirme Erol TURAN Engin BAYRAKDAR Erişim Tarihi 07.04.2022
10. Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 4, No: 16 ss.19-56 Bölgesel Su Anlaşmazlıklarının Küresel Çatışmaya Dönüşme Riski: Fırat Riski: Fırat ve Dicle Örneği Yusuf KARAKILÇIK
11. T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı Web Sitesi
12. Anadolu Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Dergisi Cilt: 15 Sayı: 2- 2014 Sayfa: 147- 155 Araştırma Makalesi Fatma TOMBUL Uluslararası Antlaşmalar Çerçevesinde Meriç Havzasında Su Yönetimi Erişim Tarihi 15.04.2022
13. Orsam Web Sitesi Su ile Gelişen İlişkiler: Asi Örneği Mevlüde Demirez TOBB ETÜ, U.A.İ
14. Gazeteduvar haber sitesi Edirne’deki selde bir kişi öldü.13 Aralık 2021 tarihli haber
15. AB Taşkın Direktifi ve Meriç Nehri Dr. Tuğba Evrim MADEN, ORSAM Su Araştırmaları Programı Danışmanı, Aksaray Üniversitesi U.İ.B
16. Milliyet Gazeteci 14.03.2022 Önder KARA –ANKARA Haberi (Meriç Nehri Fotoğrafları) Erişim Tarihi 30.04.2022
17. Su Jeopolitiği ve Orta Doğu Bağlamında Su Savaşları Sümeyya ATASOY www.akademikparadigma.com web sitesi Erişim Tarihi 02.04.2022
18. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi
Cilt: 11 Sayı: 61 Yıl: 2018 Uluslararası Sular Kapsamında Hatay İli Hidropolitiği Çetin Furkan USUN Reşat GEÇEN
19. Asi Nehri’nin Türkiye-Suriye İlişkileri Üzerindeki Etkisi ve Geleceği Yrd. Doç. Dr. Mehmet DALAR
20. https://www.turkcebilgi.com/fırat_nehri3
21. T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı
No comments:
Post a Comment