GİRİŞ
Bu makalede Liberalizm ve Realizm
teorilerinin ne olduğu ve nasıl uygulandığından bahsedip Uluslararası İlişkiler
ve Siyaset Biliminde önemli yer tutan bu iki teorinin 1950’li yılların başında
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önemli konusu haline gelen Kıbrıs Sorunu ve 1974’te
yapılan Kıbrıs Barış Harekâtında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nasıl bir pratik
ilişkisi içinde olduğunu açıklamaya çalışacağım.
Böylelikle bu iki önemli teori nerede,
ne zaman ve nasıl doğru şekilde eksi ve artıları ile pratikleştiği ve de nasıl
sonuçlar doğurduğu bu yüzden de hem Türkiye Cumhuriyeti hem de Kıbrıs Türkleri
ne gibi faydalar sağladığı görülecektir.
LİBERALİZM
Uluslararası İlişkiler ve Siyaset
Biliminin en önemli Teorilerinden biri olan Liberalizm 1920’li yıllarda Wilson
İlkeleri ile baş göstermiş, 1950’li yıllarda ve daha sonra 1970 ve 1990
yıllardan sonra daha fazla etkili olmuştur.
Liberalizm akılcı bir teoridir.
Liberalizm ampirik bilgiye dayanan hesaplana bilinen, ölçüle bilinen bilimsel
verilere göre hareket eder. Dolayısıyla pozitif bir teori de denile bilinir.
Liberalizm, ulusal ve uluslararası
kurumlar, uluslararası toplum, uluslararası ortak çıkar, uluslararası iş
birliği, norm ve etik kavramlarıyla hareket eden bir teoridir. Liberalizm aynı zamanda siyaset biliminin de
önemli etki alınlarındandır. Bu yüzden olayların ve olayların detayları Devletin
iç işlerinde devlet düzeyinde, devlet kurumlarının düzeyinde, örgütler düzeyinde
yani devletin iç işleyişi ile, toplum içi ve devlet içi düzenlemelerle
ilgilenir. Toplum ve Devlet ilişki üzerine tartışır, inceler
1
ve bunu üzerine açıklamalarda
bulunur. Liberalizm, iç politikada da olduğu kadar aynı zamanda uluslararası
ilişkilerde veya uluslararası toplumda iş birliği, kurumsallaşma, normlaşma,
adalet, hukuk, düzen, özgürlük ve insan hakları konularına önem vermektedir.
Dolasıyla liberalizm uluslararası ilişkiler teorisi olarak gelişmektedir.
Liberalizm hem iç politikada toplumun hem de uluslararası toplumda
insanın ve devletin ahlaki sorumluluğuna ve ahlaki ilkelerine değer
vermektedir. Liberallere göre devletlerin iyiyi ortaya çıkarma, tercih etme,
geliştirme, rekabet yerine iş birliği, çatışma yerine barışçıl yöntemleri
benimseme gibi düşünceleri savunmaktadır. Bu liberalizmin evrensel ahlak ve
akla verdikleri önem verdiğini göstermektedir. Onlara göre evrensel ahlak ve
aklın diplomasiye uygun olarak uluslararası toplumun yapılanmasında,
uluslararası hukuk normların da kurumlar yoluyla toplumlarda daha adil, iş
birliği ve karşılıklı sorumluluklara dayalı daha işlevsel ve az rekabetçi bir
düzen kurulabilir.
Liberalizme göre devletlerin yerine
oluşacak ve oluşturulacak diğer aktörler devreye sokarak yani örgütleri sivil
toplum kuruluşları, çokuluslu şirketleri ve de bireyleri; daha güvenilir ve
devletler arasındaki sorunlara da güç ve savaş yerine diplomasi, müzakere veya
yargı yoluyla çözülebilir olması sağlandı. Bu Liberalizmin anarşik olmadığını
gösterir.
Her teorinin destekleyici varsayımları
olduğu gibi liberal teorinin de varsayımları vardır. Bunlar, insanın özü
iyidir, anarşi zorunlu değildi, devletlerden başka birçok aktör vardır, önemli olan
uzlaşıdır.
İnsanın özünün iyilik olması ile anlatılmak istenen, çatışmayı, şiddeti,
savaşı reddeden ve böylelikle barışı, güvenliği, uzlaşıyı, çoğulculuğu ama aynı
zamanda bireyselliği, özgürlüğü, sivil hakları, özel mülkiyeti, ortak
çıkarları, ahlaki değerleri, kuramsallaşmayı ve birlikte hareket etmeyi ve
refah ortamının oluşacağını düşünen bir yapıdır. Bu Demokrasi ve
2
Cumhuriyet ile olur. Bunun
uluslararası ilişkilerde de olabileceğini savunur.
Anarşinin zorunlu olamaması ise, devlet
merkeziyetçiliğine inanan bir teori değildir. Devletlerin yaptıklarına veya
yapmadıklarına karşı ahlaki olarak tartışmaya açacak yapılar yoktur. Bu yüzden
devlet dışı diğer aktörler savaşmamayı, güvenliği, ahlaki değerleri korumaya
yönelik diğer aktörler kurumlar devreye girip düzenleme ve şekillendirme
yaklaşımları sergileyebilir. Buna göre, diğer aktörler devletler arası iş
birliği ile uluslararası kurumlar da kurulabilir. Uluslararası örgütler, devlet
dışı diğer aktörler veya örgütlenmeler de rol oynarlar ve bu devlet dışı
aktörlerin varlığı zaten uluslararası ilişkilerin iş birliği yapabileceğini
gösterir. Bu örgütlerin varlığı uluslararası politikada iş birliğinin sonucu
olduğu gibi daha fazla ortak yol platformu olurlar.
Baktığımızda, uluslararası ilişkiler
sadece devletler arası ilişkileri değil devletlerle diğer aktörler arasındaki,
diğer aktörlerin kendi aralarındaki ilişkileri de kapsar. Örnek olarak
Birleşmiş Millet denilebilir. Liberalizm devlet merkeziyetçiliği ve gücü esas
almaz. Ulusal çıkarları değil, uluslararası toplum çıkarlarını, uzlaşmayı,
refahı, barışçıl düzeni ve gelişmeyi ele alır.
Bu varsayımlardan çıkarılacak düşünce ise ulusların diğer aktörlerle ile
birlikte bağımlılık ilişkisini ortaya çıkarmış olur. Önemli liberal düşünce
sahipleri ki John Locke liberalizm akımının kurucusu olarak bilinir, Adam Smith
ve Immanuel Kant’tır.
3
REALİZM
Uluslararası ilişkiler teorileri arasında realizm önemli teorilerden bir
tanesi olarak bahsedilmektedir. Realizmi, devlet, ulusal çıkar, uluslararası
çıkar, güç olduğu bir uluslararası toplumda uluslararası ilişkileri açıklayan
en önemli yaklaşımlardandır. Realizm de liberalizm gibi pozitivist bir
teoridir. Realizm olay ve olguları irdelerken somut veri ve bilgiler kullanır,
gerçek ve ölçülebilir bu veriler ve bilgiler üzerinden doğrulanabilen bilimsel
sonuçlara ulaşmaya amaçlar. Pozitivizm içinde yer alan realizm de ampirik
bilgiye, ölçülebilen ve hesaplanabilen doğrulanabilen verilerle ilgilenir.
Uluslararası ilişkilerde realizm, devlet düzeyinde, uluslararası sistem
düzeyinde, kurum düzeyinde, örgüt düzeyinde, devletin, örgütün, sistemin
ölçülebilir unsurları, açıklayacak tartışmalarda bulunur. Olayları, devlet,
devlet adamları, çıkar ilişkileri, silah gücü, miktarı ve yapısı, doğal
kaynaklar, jeostratejik alan, güç dengesi veya dengesizliği, uluslararası
sistemin yapısı (sistemde yer alan devletlerin gücü, sayısı, birbirlerine karşı
olan güç durumları ve zayıflık durumları) üzerinden açıklar.
Realizm aynı zamanda rasyonalist bir teoridir. Çünkü mantık ve
matematiğin kesin rasyonel ilkeleri vardır.
Realizm, normatif bir teori değildir. Çünkü ne olmalı, nasıl olmalı ile değil,
meydana gelen olayların, gelişmelerin ve bunları ortaya çıkaran süreçlerin
neden ve niçin olduğunu, ampirik ve pozitivist yaklaşımlarla açıklamaya çalışmalar
yapar.
Realizm, teorisinde merkeziyetçilik önemli unsurdur. Devletlerin günü çıkarlarını ve bundan doğan
bekasını açıklamaya çalışır uluslararası ilişkilerde sistematik açıklama
yapmaya çalışır.
Realizm teorisinin de kullandığı iddialar vardır. Bunlar, Devlet
merkeziyetçiliği, ulusal çıkar ve güç, insan doğası, devlet sistem ayrımı ve
anarşi.
4
Realizme göre insan doğası
kötüdür ve kötü düşüncelere sahiptir. Realizme göre varsayımlar sistem ile
açıklanır. Devletler için kararları seçkinler alır. Seçkinler yani devlet
adamları kararlarını bilgileri, becerileri yeteneklerinin yanı sıra insan doğası
geri de alırlar. Realizme göre insanlar, doğası gereği güvensizdir, bencil,
kıskanç ve birlerine karşı yıkıcı ve zarar verici özelliklerde olabilirler. Bu
durum insanlarda güce tapma olasılığının ortaya çıkarır. Bu tercih insanın
doğası gereği her şartta hayatta kalma olasılığını ortaya çıkardığı ve de insan
doğasının oluşturduğu bir zorunluluktur. Bu yüzden de devletler de uluslararası
topluma karşısı güç politikası üretirler.
Merkeziyetçilikte realizmin önemli unsurlarındandır. Uluslararası ilişkilerde
olayları, uluslararası toplumun düzenini veya düzensizliğini açıklamak devlet
kavramı için önem sayılır. Realist görüşe göre devlet uluslararası ilişkilerde
en büyük ve yegâne başat aktördür. Ve de devlet için düzeni sağlamak birincil
görevdir. Bu düzen devlet için, dışarıdan gelecek tehditler, uluslararası
toplumdan kaynaklı güvensizlik ve düzensizlik unsurlarına karşı toplumun ulusal
refahı için yapar. Bir başka deyişle realizme göre devlet için zor görevdir,
devlet düzenini sağlamak. Bu durum tüm devletler için genel bir durumdur. Bu sebeple
devletler oluşan bu durumda uluslararası toplumlarla yani diğer devletlerle
rekabet içindedir. Bu yüzden uluslararası ilişkileri, birbirleri ile sürekli
rekabet içinde bulunan devletler belirler.
Çıkar ve güç ilişkisi birbirini tamamlayan iki unsur gibidir. İnsan doğası gereği de uluslararası toplumda
devletlerin davranışları ulusal çıkar ve güce yaptıkları vurgu ile açıklanabilir.
Uluslararası ilişkilerde güç devletler için s bir araç değil eş değer olarak
bir amaç içinde görülebilir. Devletlere göre diğer devletler mücadele ancak güç
ile olur.
Bir devletin ulusal çıkarının en önemli noktası ulusal güvenliktir,
ikincisi de diğer devletlerden gelebilecek tehditlere, saldırılara karşı temkinli
olmayı
5
ve bunların oluşabileceği durumda
karşı koyabilmek için kaynak ve olanaklara erişmektir. Dolayısıyla devletler
ulusal çıkar ve gücü elde etmek ve tutmak sürekli gelişim ve mücadele içindedir.
Devlet için sistemin varlığı yok sayılamaz ve çok önemlidir. Uluslararası aktörler, devleti en önemli unsur
görür ve sistemi analiz yapmaya çalışır. Bu analiz, devletlerin kendi davranış
biçimlerini sonra devlet ve uluslararası toplum ilişkilerini ilkelerini belirler.
Her devletin sistemi uygulamadaki politikası farklıdır farklı olabilir.
Dolasıyla sitemler bazen zor durumlarda etkilenebilir. Dolasıyla devletlerin
değişime uğradığında uluslararası sistemin değişmesi de mümkündür. Bu da her
zaman ulusal çıkar ve güç dengesine göre değişir. Devletler anarşiye inandığı
için kurallar, ahlaki, hukuki, ilkeler ve düzen çok önemlidir. O yüzden
devletler bu sistemi yani kendi sistemlerini de korumak için sürekli gelişim
halindedirler.
Realizm teorisinin esas olarak düşündü farklı görüşler de vardır.
Devlet, Beka, Güvenlik ve Kendi Kendine Yetebilme görüşleri vardır.
Ulusal toplumun en önemli Devletin kendisidir. Aynı zamanda uluslararası
sistemin de en önemli varlığı, kaynağıdır. Bu anarşik yapının olduğunu
gösterir. Toplumlar için uluslararası ilişkileri, sorunları, çatışma ve
uyuşmazlıkları düzenleyecek veya bunlara son verecek, temel kaynakları,
güvenlik dahil asli insan ve toplum gereksinlerinin teminini, paylaşımını ve
dağılımını sağlayacak bir otorite ve kurum devlettir. Devlet de anarşik bir
uluslararası toplumda ulusal çıkarlar ve güç için hareket eder. Uluslararası
ilişkiler sadece devletler arası ilişkileri ifade eder ve uluslararası
ilişkiler devletlerin güç için mücadelelerinin sürekli bir devinimdir.
Güvenlik bir devletin varlığının
devamı için önemlidir. Çünkü devletler sürekli rekabet halinde güç
mücadelesinde olduğu için hem kendi güvenliğini hem de toplumlarının
güvenliliğini sürekli kılmak için güvenliği
6
esas tutar. O yüzden hayati derecedeki önemli olan askeri
ve askeri stratejik konulara çok önem veriri. Bunları sürekli geliştirmek için
çaba sarf eder.
Devlet realist teoride önem sarf ettiği için ve toplumların var olma
sebebi için Devlete gereksinim olduğu için her devletim hayatta kalma ve var
olma konusu en kritik konudur. Devletler, uluslararası ilişkilerde
varlıklarının sürdürülebilmesi için başta askeri imkanlar olmak üzere, dil,
din, nüfus, eğitim, sağlık, çevre, beslenme, ekonomik imkanlara, gelenek-görenek
gibi kültürel unsurlardan coğrafyaya, geçmişten geleceğe devletlerin
devamlılığını mümkün kılan her konuda özel bir politika için çaba gösterirler.
Devlet ancak kendi öz kaynakları ile güvenlik ve beka sorunu çözebilir.
Bu da ancak kendi kendine yetebilme özelliği ile mümkündür. Fakat bazı
durumlarda uluslararası sistemde devletler arasında ortak veya yakın ulusal
çıkarlar üzerinden yakın ilişkiler kurulabilir. Ama unutulmamalıdır ki
devletlerin ilişkileri yok çıkarları vardır ve hiçbir zaman bir devlet bir
devlete yaşatma garantisi vermez. İşte
yine bu sebeple bir devletin bekası ve varlığı ancak kendi imkanları var
olabilir. Eğer bu imkanlar yoksa devletin varlığı riske atılmış olacaktır. O
yüzden devletler kendi kendilerine yetebilmek için kaynaklarını, imkanlarını
hazır tutmak, güçlerini artırmak ve korumak için çalışmak zorundadırlar.
Önemli realistler, Eski Yunanlı düşünür ve asker Thucydides, Machiavelli,
Thomas Hobbes, Fransız düşünürü Jack Rousseau, İngiliz Edward Carr, Hans
Mongenthau dır.
7
KIBRIS SORUNU VE KIBRIS BARIŞ
HAREKATI
LİBERALİZM VE REALİZM DEĞERLENDİRMESİ
Teorik açıdan değerlendirmeye
geçmeden önce Kıbrıs Adası’nın tarihine kısaca bakmak lazım. Kıbrıs 1571 ‘de
Osmanlı Devleti’nin adayı fethetmesiyle Venediklilerden Osmanlı’ya
geçmiştir. Osmanlı’ya geçmesi ile
Osmanlı Anadolu’dan 30 bin civarı Türk’ü adaya yerleştirmiştir. Böylelikle
adada Hristiyanlarla -ki çoğunluğu Ortodoks halkıdır- Türkler de yaşamaya
başlamıştır. 1800’lü yıllarda Osmanlı topraklarında azınlıklar ayaklanmaya
başlamıştır. 1877 yılında Osmanlı-Rus
savaşının kaybedilmesiyle adanın Rusya’ya karşı savunması için 1878 yılında
Osmanlı adayı savunma için İngiltere’ye devretmiştir. 1914’te 1. Dünya Savaşı patlak
verince karşı tarafta yer alan Osmanlı’ya karşı adayı ilhak ettiğini
duyurmuştur, İngiltere. Böylelikle adada İngiliz Hakimiyeti başlamıştır.
24 Temmuz 1923’te Lozan Anlaşması görüşmelerinde Türkiye adanın ilhakını
kabul etti. Yalnız adada Türkler yaşadığı için Lozan’ın 16 maddesine itiraz
ederek ada üzerinde söz sahibi olmama hakkını kaldırttı. Böyle Kıbrıs Adası’nın geleceği hakkında söz
sahibi olma hakkını korumuş oldu.
Yunanistan 1791’den beri Kıbrıs Adası’nın Rum halkından dolayı kendilerinde
olması gerektiği “Enosis” büyük birleşme düşüncesine sahiptir. 1928
yılında Yunanistan, İngiltere, Fransa ve Rusya’ya Nota vererek adanın
kendilerine verilmesini istemişlerdir. Rumlar Kıbrıs Adası’nda ilk ayaklanması vergiler
bahane edilerek 1931 yılında İngiliz Valilik Konağı’nı yakarak yapmıştır.
İngiltere bir anayasa yasa hazırlamak istemiş fakat Rumlar “Enosis” talebinde
diretmiştir. Burada Yunanistan’ın nasıl bir Realist bir politika düşündüğünü
bunu pratikte Nota vererek
8
uygulamaya soktuğunu, Rumlar ise
ayaklanma ile bunu desteklediğini görebiliyoruz. İngiltere ise yeni anayasa ile
uzlaşmacı liberal bir politika güttüğünü görebiliyoruz.
Bütün bu gelişmeler Kıbrıs Türklerini de etkiliyordu. Aynı zamanda
devlet görevlerinde daha fazla Rum çalıştırılmasından vaz geçilerek Türklere yer
verilmeye özellikle de polis görevinde kullanılmaları Rumlar ile Türkleri karşı
karşıya getiriyordu. Zaten Türklerin adada fazla söz sahibi olmaması Kıbrıs
Türklerinin işe geliyordu. Burada İngilizlerin sömürgeciliğinin bekası için
uzlaşmadan realiste politikaya geçip Türkleri kullanarak güvenlik
uygulamaya çalıştığını görebiliriz.
2. Dünya Savaşı’nın başlaması ve ardından Birleşmiş Milletler ‘in kurulması
ile bu sorun Birleşmiş Milletler ’in gündeme geldi. 1949 yılında Rumlar Enosis
doğrultusunda BM’ye başvurdular. Bu başvuru ve gelişimlerden sonra Kıbrıs
Türkleri ’de sıkıntıya düşmeye başladı. Bu sıra devlet düzeyinde resmi bir
girişim olmasına rağmen Türkiye’den bazı gençlik örgütleri Kıbrıs Türkleri ’ne
destek vermeye çalıştı. Bunun sonucunda Kıbrıs ‘da ve Türkiye’de Enosis karşıtı
gösteriler düzenlendi. Bu gelişmeler üzerine Kıbrıs’ta Türklere karşı yoğun
taşkınlıklar başladı.
Bu sırada Türkiye’de çok siyasi partili
siyaset hayata geçirilmiş ve bunu sonucunda Demokrat Parti iktidara gelmiştir.
9
Kıbrıs Sorunu ’nun BM’de gündeme gelmesinde sonra artık Kıbrıs Sorunu Yunanistan
’ın 1950’den itibaren bir Devlet politikası haline gelmiştir. Böylelikle Rumlar
“Kendi Kaderlerini Kendileri Tayin Etme” (self determinasyon) daha güçlü
seslendirme başlamışlardır. Yunanistan defeatle konuyu BM’ye getiriyor ve
İngiliz Hükümeti ile de bu konuda sıkı sık temas geçiyordu. Burada
Yunanistan’ın Kıbrıs konusunda realist politikasından vazgeçmediğini
neredeyse bir var olma ve beka soruna haline getirdiğini görebiliyoruz.
1952 yılında Yunanistan’ın Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (Nato) dahil
olması ile daha fütursuz bir hal almaya başlamıştır. 1952 yılında Nato Lizbon görüşmelerinde
yapılan toplantıda tekrar self determinasyon gündeme getirmiş ve Kıbrıs Sorunu
İngiltere ve Yunanistan’ı ilgilendiren bir durum diyerek ileri girmiştir. 1952
yılında BM görüşmelerinde Türk Delegesi Adil Derinsu ilk defa Kıbrıs’ta sadece
Rumlar değil Türklerin yaşadığını ve aynı haktan yararlanmalı diyerek ilk defa
realist bir politika ortaya koymuştur. Çünkü güç ve denge unsuru
gösterilmiştir.
1953 yılında Yunanistan tekrar BM’de tekrar aynı konuyu gündeme getirdi.
Bu sırada Türkiye’de gençlik örgütleri Ankara ve İstanbul’da büyük Kıbrıs
gösterileri düzenledi. Bu durum Rumları ve de Yunanistan’ı telaşı düşürdü. Buna
mukabil 1951 yılında Yunanistan’dan adaya gönderilen Albay Yeoryos Grivas
kurduğu EOKA adında terör örgütü 1955 yılında ilk eylemini gerçekleştir. İngiliz Devlet kurumlarına bombalı saldır
yapmışlar, radyo evini yakmışlardır. Artık tek amaçlarının İngilizleri ve
Türkleri adadan silmek olduklarını belirtmişlerdir. Türkler polislik görevleri
gereği Rumlarla karşı karşıya geldiği için Türklere olan saldırılar da fiilen
artmıştır.
Bu gelişmeler yaşanırken Türk kamuoyunda tepkiler yükselmeye başlıyor.
Türk kamuoyu gayet realist bir politika güderken ulusal çıkar ve
10
Kıbrıs Türkleri’nin yaşam bekası, ülke
itibarını ön safhaya koyarken Türk hükümeti liberal bir politika yapıyor.
Uzlaşmacı çatışmadan bu sorunu halletmeye çalışan bir tavır ortaya koyuyor.
Çünkü İngiltere ve Yunanistan ile kurulan sıcak ilişkilerin bozulmaması için
temkinli yaklaşımlar sergilemişlerdir. Fakat EOKA terör örgütünün Kıbrıs
Türklerine olan şiddeti arttırması ve kamuoyunun baskısı ile DP hükümeti tavır
değişikliğine giderek realist politikaya başlamıştır. İngiltere Lancaster House’da
1955 yılında yapılacak toplantıya İngiltere çok akıllı liberal politika
uygulayarak bu sorun bizimle Rumlar arasında değil Türklerle Rumlar arasında
diyerek bu sorundan kendini sıyırmıştır. Bu durum itibariyle Türkiye artık
resmen büyük sesle Kıbrıs düşüncesini açıklamıştır. 1955’teki Lancaster House
toplantısında Türkiye adına Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu söz
alarak şunları söylemiştir:
“...Türkiye, Kıbrıs için kendisinden
ayrılan arazinin mukadderatını katî bir şekilde tayin etmekle kalmamış,
muahedenin imzası sırasında akıbeti henüz belli olmayan arazi üzerinde de
istikbale matuf bir taahhüt altına girmeyi reddetmiştir. Görülüyor ki Lozan
Muahedenamesi gayet sarihtir. Bu sarahate rağmen Kıbrıs’ın Lozan
Muahedenamesinin revizyonuna girilmiş olur… Bu adanın mukadderatı ancak Türkiye
ile İngiltere arasında tayin edilebilir… Fakat Kıbrıs adası statüsünün şu veya
bu şekilde değiştirilmesi mevzubahis olursa Türkiye kendisini bu meselede
birinci derecede alakalı sayacaktır. Çünkü Türkiye’nin Kıbrıs hakkındaki
feragati ve fedakârlığı yalnız İngiltere lehine ve muayyen şerait altında
olduğuna göre bu durum değiştirilmek istenirse Türkiye Hükümeti o feragatten
önceki durumuna avdet etmeyi talep edecektir… Kıbrıs adası askerî bakımdan bin
nefis Türkiye’nin ve Türkiye’ye hem civar şark memleketlerinin akıbetleriyle
Türkiye kadar yakından ilgili bir devletin elinde bulunmak zorundadır. Yani Türkiye’nin
veya Türkiye’ye askerî anlaşmalarla bağlı Ortadoğu
11
memleketlerinin bir harbe girmeleri
halinde Kıbrıs da onlarla beraber harp halinde olmalıdır… Türkiye’nin Batı
limanları maalesef muhtemel düşmanın kuvvetli tesir sahasına dâhil bulunmaktadır
ve Türkiye bir harp halinde ancak Güney limanları vasıtasıyla beslenebilir. Bu
hakikat göz önünde tutularak Türkiye’nin beslenmesine yarayan bütün
infrastructure şebekesi Antalya, Mersin, Yumurtalık ve İskenderun gibi Türk
limanlarından başlayan pipeline vasıtasıyla yapılmaktadır. Bu adanın hâkimi
Türkiye’nin bu limanlarını da himaye edecek bir durum muhafaza eder…”
Türk siyasi tarihinde önemli Dışişleri Bakanlarından Fatin Rüştü Zorlu
bu açıklamalarıyla ortaya çok net realist bir politika ortaya koymuştur. Buna
sert bir tavır politikası da denilebilir. Burada realist teorinin bütün
unsularını kavramlarını varsayımlarını görebiliyoruz. Devletin önemli bir unsur olduğunu, Yunanistan’ı
ve Rumları cümlelerine katmayarak bir güç olduğunu, Türkiye’nin ulusal
çıkarlarını, coğrafyası, askeri stratejiyi jeopolitiği, Türkiye’nin beka ve var
olma açısında güvenliği ve savunması için bu adanın öneminden bahsetmiştir.
Dolasıyla ada Türkler’den İngilizlere geçtiği için ada tekrar Türkler’e
verilmelidir sonucu görülmektedir.
Görüşmeler sonuçsuz kalmıştır ama Fatin Rüştü Zorlu’ya göre Türkiye’nin
bu sorunu uluslararası platformda basit bir self determinasyon meselesi
olmadığını anlatması bakımından önemli olduğunu belirtmiştir, Türk kamuoyuna.
Kıbrıs Rumları ’nın lideri Makaryos ise artık pasif bir direniş göstereceğini
şiddeti desteklemeyeceğini belirtiyor. Buna liberal politika diyebiliriz.
Bu durum EOKA terör örgütü tarafından
benimsenmemiştir. Türklere karşı şiddete başvuracakları haberleri yayılmaya
başlamıştır. Buna karşın Kıbrıs Türkleri VOLKAN (1956) adı altında daha sonra
TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLATI (1958) dönüşecek direniş örgütü kurmuştur.
12
Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki realist
düşüncesi fazla uzun sürmemiştir. DP hükümeti tarafından “Taksim” tezi
ortaya atılmıştır. Taksim tezi barışçıl bir şekilde uzlaşı politikasını
getirdiği için liberal bir politika diyebiliriz. Başbakan Adnan Menderes Taksim
tezinin bir fedakârlık olduğunu belirterek self-determinasyon hakkının Kıbrıs
Türkleri’ne de verilmesini talep etmiştir.
Birleşmiş Milletler bu öneriyi desteklemiş İngiltere’de Rum ve Türk
kalkının ortak kuracağı hükümete sıcak bakmıştır. Yunanistan, Türkiye’nin
sorunu barışçıl yollarla uzlaşı içinde çözme girişimine karşı koyamamış Zürih
konferansına ve Kıbrıs Halkına bağımsızlık veren eşit haklarla kurucu ortak
olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savunmuş ve başarılı olmuştur. Türkiye liberal
politikayı izlemeyi sürdürmüştür.
Bu gelişmeler ışında Fatih Rüştü Zorlu Kıbrıs Türkleri liderleri Dr.
Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş ile görüşmüş ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulacağını
bildirmiştir. Adnan Menderes’de mevkidaşı Yunanistan Başbakanı Konstantin
Karamanlis ile Zürih’te görüşüp mutabakata varınca Londra’da 19 Şubat 1959 ‘da
Kıbrıs’ta Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin kurulmasına ilişkin anlaşma imzalandı. 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs
Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti.
Rum lider Makarios Cumhuriyeti Enosis’e götüren bir araç olarak
kullanmış ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nı çiğnemeye başlamıştır. Türkiye
garantör devlet olarak uyarılarda bulunmuştur. Rumların Türkler’e karşı şiddet
gösterileri de artınca Türkiye Cumhuriyeti Devleti müdahale de bulunmak
istemiştir. Diğer taraftan Türkiye’de 1960 darbesi olmuş DP
13
hükümeti iktidardan indirilmiştir. 2
yıl askeri iktidardan sonra Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidara gelmiş ve
İsmet İnönü Başbakan olmuştur. Müdahale etmek isteyen CHP hükümeti zaten
“Taksim” tezine de karşıydı. Burada realist bir politikaya tekrar dönüş
olacakken Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Johnson’dan mektup gelmiş
ve bu tehdit içeren mektuptan sonra Türkiye geri adım atmıştır.
Müdahale etme isteğine sebep olunan olay 1963 yılında Rumların Akritas
Planı çerçevesinde yani anayasa değişikliği Türkleri adadan silme girişimi
“Kanlı Noel” saldırısına dönüşmüştür. Kısa zaman içinde ateşkes sağalansan da
ufak çaplı çatışmalar devam etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 1964 tarihinde
Rumların saldırıları artması üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine
başvurmuştur. Aynı zamanda İngiltere, adadaki tehlikeli durumun çözüme
kavuşması için Güvenlik Konseyi’ne başvurmuştur. Güvenlik Konseyi 186 sayılı
karar ile 4 Mart 1964 tarihinde Kıbrıs’ta olayları önlemek amacıyla ve “Kıbrıs
Hükümeti”nin onayıyla bir “Birleşmiş Milletler Barış Gücü” kurulması ve adaya
gönderilmesi kararını almıştır.
Kıbrıs Türkleri meşru müdafaasını TMT ile devam etmektedir. Fakat aynı
zaman da Türkiye gerekli askeri teçhizat ile de yardımlarına devam etmektedir.
Burada Türkiye’nin uyguladığı politika realist politikadır. Tüm bu gelişmeler
ışığında uluslararası aktörler BM ve ABD iki taraflı çözüm önerisinde bulunsa
da bir sonuç çıkmamıştır. Rum saldırılarını iyice artırmış ve 1967’de Türkiye
açsından ciddi bir dönüm noktası Geçitkale ve Boğaziçi köylerine Rumlar
tarafından saldırılar olmuştur. Bu sırada Türkiye’de Adalet Partisi
iktidardadır ve Başbakan Süleyman Demirel’dir. Bunu üzerine Türkiye Cumhuriyeti
EOKA terör örgütüne hava harekatı düzenlemiştir. Aynı zamanda donanma Kıbrıs’a
doğru yola çıkmıştır. Aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi gerekirse
Yunanistan ile savaş
14
kararı almıştır. Bu realist bir
politikadır. Bu harekatlardan sonra EOKA
geri adım atmıştır. Türkiye ise İngiltere ABD ve Rusya’nın baskı ile harekatı
sonlandırmıştır. Bu olayları takibe 1967 yılında geçici Türk Yönetimi kurulmuş
ve liderliğe Dr. Fazıl Küçük getirilmiştir. Bu sırada 1967 yılında
Yunanistan’da darbe olmuş Albaylar Cuntası iktidarı ele geçirmiştir. Bunun
üzerine Kıbrıs’ta çatışmalar yeniden başlamıştır.
1974 yılında Albaylar Cuntası’ndan cesaret alarak Kıbrıs’ta EOKA terör
örgütünün lideri Nikos Sampson Cumhurbaşkanı Makarios’un ılımlı liberal
politikasına karşın darbe ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 15 Temmuz 1974’te
iktidarına gelmiştir. Türkiye 1967’den beri uluslararası platformlarda liberal
politika ile çözüm arayışı için olmuş fakat olası savaş kararı olduğu içinde
gerekli hazırlıklarını realist teori düşüncesinde sürdürmüştür. Kıbrıs’ta olan
bu oldu bittiyi Türkiye asla kabul etmemiş ve gerekli girişimlere başlamıştır.
1974’te koalisyon hükümeti CHP ve Milli Selamet Partisi (SP) iktidardadır.
Başbakan Bülent Ecevit’tir. Bülent Ecevit Kıbrıs’ta gelişme üzerine diğer
garantör devlet İngiltere ile görüşmeye gitmiş çözüm arayışı için -ki buna
liberal politika diyebiliriz- ve sonuç alamayınca realist politika düşüncesinde
Kıbrıs Harekatı başlamıştır. 20 Temmuz 1974.
22 Temmuz 1974 Girne ele geçirilmiş ve aynı gün Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi 353 sayılı karar ile ateşkes ilan etmiştir. Yunan Cuntası ve
Sampson yönetimi sona ermiş Klerides başa geçmiştir. Türkiye adaya garantör
devlet anlaşmasına dayanarak adaya “barış” için müdahale ettiğini
15
açıklasa bu bir realist politikadır.
Çünkü Kıbrıs Türkü’nün varlığı, bekası,
geleceği, savunması, kültür, çıkarı
garanti altına alınmıştır. Bu aynı zamanda Türkiye’nin Akdeniz’deki güvenliği
savunması uluslararası çıkarı içinde önemli bir iştir.
25-30 Temmuz tarihlerinde Türkiye,
İngiltere ve Yunanistan’ın katıldığı birinci Cenevre görüşmeleri yapılmıştır.
Bu görüşmelerde Türkiye’nin istekleri kabul edilmiş ve önemli gelişme
kaydedilmiştir.
Görüşmelerin neticesi Kıbrıs Rumları’nda karşılık bulmamış ve Kıbrıs
Türkleri’ne adanın başka kısmında uyguladıkları kuşatmayı kaldırmamış ve yine
saldırılara geçmiştir. Bunun üzerine Türkiye 14 Ağustos’ta ikinci harekat
başlatıp 16 Ağustos’ta adanın Kuzey kesimini tamamen ele geçirmiştir. Böylelikle
Kıbrıs Türkü’nün canı, malı, siyasi hakları, iktisadi hakları, güvenliği,
savunması ve kültürü Türkiye Cumhuriyeti Devleti güvencesi altına girmiştir.
1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edilmiştir.
16
SONUÇ
Kıbrıs Türkleri’nin ve Kıbrıs adasının önemi Türkiye için büyüktür.
1950’lilerde başlayan bu mücadele Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulması ile
neticelenmiştir. Türkiye gücü nispetinde bu mücadeleye başlamış ve
sürdürmüştür. Gelişen iç ve dış politikaya göre Kıbrıs adası ve Türkleri
üzerinde değişen politikalar gütmek zorunda kalmıştır. İlk başlarda sorun
İngiliz ve Rumları ilgilendiriyor diye yaşanan gelişmelere fazlaca kayıt
kalmaları, olayların seyrinin Türklere’de sıçramasıyla tavır alınmaya
başlanmıştır. Liberal politika ile olaylara ılımlı yaklaşan Türkiye, konunun
BM’ye gelmesi ve Yunanistan’ın saldırgan ve fütursuz tavrına realist politika
ile cevap vermiş ve “adada bir hak sahibi olacak varsa İngilizlerin çekilmesi
bu Türkiye’dir” tavrı aslında yerinde bir tavır olmuştur. Bu tavrı devam ettirilmesi
çok önemliydi. Çünkü Yunanistan Enosis ile tavrını en baştan belli etmiş ve
Türkiye buna kayıtsız kalmamalıydı. Eğer bu realist politika devam etseydi
belki İngilizler adadan çekilmeyecek ve Kıbrıs Türkü kayıp yaşamayacaktı. Fakat
gelişen iç politikadaki değişiklikler Türkiye’nin realist politikadan vazgeçip
liberal politikaya dönmesi ve Taksim tezini ortaya ataması ve daha sonra ortak
Devlet kurulması Rumlarının işini kolaylaştırmış gibi gözüküyor. Çünkü
Cumhurbaşkanı Rum olunca ve yönetim çoğunluğu Rumlarda olunca realist
kavramlardan bir olan “insan doğası kötüdür” varsayımını burada görüyoruz. Gücü
siyasi olarak da ele geçiren Rumlar Türklere adadan silme planı ile saldırınca
Türkiye kendi realist politikasını uygulamakta geç kaldı. Bu yüzden çok kayıp
verildi.
Mücadeleden vazgeçmemiş ve gelişen durumlara göre politika üretmeyi
başaran Türkiye en nihayetinde Kıbrıs Adası’na çıkarmak yapmış Kıbrıs
Türkleri’nin güvencesi olan Devleti kurmuştur. Fakat Kıbrıs sorununun günümüzde
de Rumlar ve Yunanistan’ın tavrı ile devam etmektedir. Çözüm eşit haklara sahip
Devleti kurmaktan geçmektedir. Yakın gelecekte bu çözüm zor görünüyor.
17
KAYNAKLAR;
·
Kıbrıs Barış Harekâtı Yrd. Doç. Dr. Mustafa
TARAKÇI
·
Demokrat Parti Döneminde Kıbrıs Sorunu Dr. Öğr.
Üyesi Yakup KAYA Yüksek Lisans Öğrencisi Bülent YETER
·
Kıbrıs Sorunu ve Birleşmiş Milletler 1954-1975
Faruk SÖNMEZOĞLU
·
Kıbrıs Sorununun Tarihi Gelişimi Arş. Gör. Müge
VATANSEVER
·
Tarafların Kıbrıs Sorununa Yaklaşımları Ertan
EFEGİL
Ayşe Mine OLCAY
·
Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Kıbrıs
Sorunu Bağlamında Türkiye’de 6/7 Eylül 1955 Olaylarına Kesitsel Bir Bakış Ulvi
KESER
·
Dr. Mustafa Küçük Ege Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler Teori ve Pratik Dersi Notları

No comments:
Post a Comment