Translator

Friday, April 22, 2022

Evren Konakçı Liberalizm ve Realizm Açısından Kıbrıs Sorunu

 

GİRİŞ

      Bu makalede Liberalizm ve Realizm teorilerinin ne olduğu ve nasıl uygulandığından bahsedip Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Biliminde önemli yer tutan bu iki teorinin 1950’li yılların başında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önemli konusu haline gelen Kıbrıs Sorunu ve 1974’te yapılan Kıbrıs Barış Harekâtında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nasıl bir pratik ilişkisi içinde olduğunu açıklamaya çalışacağım.

       Böylelikle bu iki önemli teori nerede, ne zaman ve nasıl doğru şekilde eksi ve artıları ile pratikleştiği ve de nasıl sonuçlar doğurduğu bu yüzden de hem Türkiye Cumhuriyeti hem de Kıbrıs Türkleri ne gibi faydalar sağladığı görülecektir.

                                      

                             LİBERALİZM

     Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Biliminin en önemli Teorilerinden biri olan Liberalizm 1920’li yıllarda Wilson İlkeleri ile baş göstermiş, 1950’li yıllarda ve daha sonra 1970 ve 1990 yıllardan sonra daha fazla etkili olmuştur.

       Liberalizm akılcı bir teoridir. Liberalizm ampirik bilgiye dayanan hesaplana bilinen, ölçüle bilinen bilimsel verilere göre hareket eder. Dolayısıyla pozitif bir teori de denile bilinir.

       Liberalizm, ulusal ve uluslararası kurumlar, uluslararası toplum, uluslararası ortak çıkar, uluslararası iş birliği, norm ve etik kavramlarıyla hareket eden bir teoridir.  Liberalizm aynı zamanda siyaset biliminin de önemli etki alınlarındandır. Bu yüzden olayların ve olayların detayları Devletin iç işlerinde devlet düzeyinde, devlet kurumlarının düzeyinde, örgütler düzeyinde yani devletin iç işleyişi ile, toplum içi ve devlet içi düzenlemelerle ilgilenir. Toplum ve Devlet ilişki üzerine tartışır, inceler

1

ve bunu üzerine açıklamalarda bulunur. Liberalizm, iç politikada da olduğu kadar aynı zamanda uluslararası ilişkilerde veya uluslararası toplumda iş birliği, kurumsallaşma, normlaşma, adalet, hukuk, düzen, özgürlük ve insan hakları konularına önem vermektedir. Dolasıyla liberalizm uluslararası ilişkiler teorisi olarak gelişmektedir.

      Liberalizm hem iç politikada toplumun hem de uluslararası toplumda insanın ve devletin ahlaki sorumluluğuna ve ahlaki ilkelerine değer vermektedir. Liberallere göre devletlerin iyiyi ortaya çıkarma, tercih etme, geliştirme, rekabet yerine iş birliği, çatışma yerine barışçıl yöntemleri benimseme gibi düşünceleri savunmaktadır. Bu liberalizmin evrensel ahlak ve akla verdikleri önem verdiğini göstermektedir. Onlara göre evrensel ahlak ve aklın diplomasiye uygun olarak uluslararası toplumun yapılanmasında, uluslararası hukuk normların da kurumlar yoluyla toplumlarda daha adil, iş birliği ve karşılıklı sorumluluklara dayalı daha işlevsel ve az rekabetçi bir düzen kurulabilir.

       Liberalizme göre devletlerin yerine oluşacak ve oluşturulacak diğer aktörler devreye sokarak yani örgütleri sivil toplum kuruluşları, çokuluslu şirketleri ve de bireyleri; daha güvenilir ve devletler arasındaki sorunlara da güç ve savaş yerine diplomasi, müzakere veya yargı yoluyla çözülebilir olması sağlandı. Bu Liberalizmin anarşik olmadığını gösterir.

      Her teorinin destekleyici varsayımları olduğu gibi liberal teorinin de varsayımları vardır. Bunlar, insanın özü iyidir, anarşi zorunlu değildi, devletlerden başka birçok aktör vardır, önemli olan uzlaşıdır.

      İnsanın özünün iyilik olması ile anlatılmak istenen, çatışmayı, şiddeti, savaşı reddeden ve böylelikle barışı, güvenliği, uzlaşıyı, çoğulculuğu ama aynı zamanda bireyselliği, özgürlüğü, sivil hakları, özel mülkiyeti, ortak çıkarları, ahlaki değerleri, kuramsallaşmayı ve birlikte hareket etmeyi ve refah ortamının oluşacağını düşünen bir yapıdır. Bu Demokrasi ve

2

Cumhuriyet ile olur. Bunun uluslararası ilişkilerde de olabileceğini savunur.

       Anarşinin zorunlu olamaması ise, devlet merkeziyetçiliğine inanan bir teori değildir. Devletlerin yaptıklarına veya yapmadıklarına karşı ahlaki olarak tartışmaya açacak yapılar yoktur. Bu yüzden devlet dışı diğer aktörler savaşmamayı, güvenliği, ahlaki değerleri korumaya yönelik diğer aktörler kurumlar devreye girip düzenleme ve şekillendirme yaklaşımları sergileyebilir. Buna göre, diğer aktörler devletler arası iş birliği ile uluslararası kurumlar da kurulabilir. Uluslararası örgütler, devlet dışı diğer aktörler veya örgütlenmeler de rol oynarlar ve bu devlet dışı aktörlerin varlığı zaten uluslararası ilişkilerin iş birliği yapabileceğini gösterir. Bu örgütlerin varlığı uluslararası politikada iş birliğinin sonucu olduğu gibi daha fazla ortak yol platformu olurlar.

       Baktığımızda, uluslararası ilişkiler sadece devletler arası ilişkileri değil devletlerle diğer aktörler arasındaki, diğer aktörlerin kendi aralarındaki ilişkileri de kapsar. Örnek olarak Birleşmiş Millet denilebilir. Liberalizm devlet merkeziyetçiliği ve gücü esas almaz. Ulusal çıkarları değil, uluslararası toplum çıkarlarını, uzlaşmayı, refahı, barışçıl düzeni ve gelişmeyi ele alır.

      Bu varsayımlardan çıkarılacak düşünce ise ulusların diğer aktörlerle ile birlikte bağımlılık ilişkisini ortaya çıkarmış olur. Önemli liberal düşünce sahipleri ki John Locke liberalizm akımının kurucusu olarak bilinir, Adam Smith ve Immanuel Kant’tır.

 

 

 

 

3

 

REALİZM

     Uluslararası ilişkiler teorileri arasında realizm önemli teorilerden bir tanesi olarak bahsedilmektedir. Realizmi, devlet, ulusal çıkar, uluslararası çıkar, güç olduğu bir uluslararası toplumda uluslararası ilişkileri açıklayan en önemli yaklaşımlardandır. Realizm de liberalizm gibi pozitivist bir teoridir. Realizm olay ve olguları irdelerken somut veri ve bilgiler kullanır, gerçek ve ölçülebilir bu veriler ve bilgiler üzerinden doğrulanabilen bilimsel sonuçlara ulaşmaya amaçlar. Pozitivizm içinde yer alan realizm de ampirik bilgiye, ölçülebilen ve hesaplanabilen doğrulanabilen verilerle ilgilenir.

     Uluslararası ilişkilerde realizm, devlet düzeyinde, uluslararası sistem düzeyinde, kurum düzeyinde, örgüt düzeyinde, devletin, örgütün, sistemin ölçülebilir unsurları, açıklayacak tartışmalarda bulunur. Olayları, devlet, devlet adamları, çıkar ilişkileri, silah gücü, miktarı ve yapısı, doğal kaynaklar, jeostratejik alan, güç dengesi veya dengesizliği, uluslararası sistemin yapısı (sistemde yer alan devletlerin gücü, sayısı, birbirlerine karşı olan güç durumları ve zayıflık durumları) üzerinden açıklar.

      Realizm aynı zamanda rasyonalist bir teoridir. Çünkü mantık ve matematiğin kesin rasyonel ilkeleri vardır.

      Realizm, normatif bir teori değildir. Çünkü ne olmalı, nasıl olmalı ile değil, meydana gelen olayların, gelişmelerin ve bunları ortaya çıkaran süreçlerin neden ve niçin olduğunu, ampirik ve pozitivist yaklaşımlarla açıklamaya çalışmalar yapar.

      Realizm, teorisinde merkeziyetçilik önemli unsurdur.  Devletlerin günü çıkarlarını ve bundan doğan bekasını açıklamaya çalışır uluslararası ilişkilerde sistematik açıklama yapmaya çalışır.

     Realizm teorisinin de kullandığı iddialar vardır. Bunlar, Devlet merkeziyetçiliği, ulusal çıkar ve güç, insan doğası, devlet sistem ayrımı ve anarşi.

4

     Realizme göre insan doğası kötüdür ve kötü düşüncelere sahiptir. Realizme göre varsayımlar sistem ile açıklanır. Devletler için kararları seçkinler alır. Seçkinler yani devlet adamları kararlarını bilgileri, becerileri yeteneklerinin yanı sıra insan doğası geri de alırlar. Realizme göre insanlar, doğası gereği güvensizdir, bencil, kıskanç ve birlerine karşı yıkıcı ve zarar verici özelliklerde olabilirler. Bu durum insanlarda güce tapma olasılığının ortaya çıkarır. Bu tercih insanın doğası gereği her şartta hayatta kalma olasılığını ortaya çıkardığı ve de insan doğasının oluşturduğu bir zorunluluktur. Bu yüzden de devletler de uluslararası topluma karşısı güç politikası üretirler.

     Merkeziyetçilikte realizmin önemli unsurlarındandır. Uluslararası ilişkilerde olayları, uluslararası toplumun düzenini veya düzensizliğini açıklamak devlet kavramı için önem sayılır. Realist görüşe göre devlet uluslararası ilişkilerde en büyük ve yegâne başat aktördür. Ve de devlet için düzeni sağlamak birincil görevdir. Bu düzen devlet için, dışarıdan gelecek tehditler, uluslararası toplumdan kaynaklı güvensizlik ve düzensizlik unsurlarına karşı toplumun ulusal refahı için yapar. Bir başka deyişle realizme göre devlet için zor görevdir, devlet düzenini sağlamak. Bu durum tüm devletler için genel bir durumdur. Bu sebeple devletler oluşan bu durumda uluslararası toplumlarla yani diğer devletlerle rekabet içindedir. Bu yüzden uluslararası ilişkileri, birbirleri ile sürekli rekabet içinde bulunan devletler belirler.

     Çıkar ve güç ilişkisi birbirini tamamlayan iki unsur gibidir.  İnsan doğası gereği de uluslararası toplumda devletlerin davranışları ulusal çıkar ve güce yaptıkları vurgu ile açıklanabilir. Uluslararası ilişkilerde güç devletler için s bir araç değil eş değer olarak bir amaç içinde görülebilir. Devletlere göre diğer devletler mücadele ancak güç ile olur.

     Bir devletin ulusal çıkarının en önemli noktası ulusal güvenliktir, ikincisi de diğer devletlerden gelebilecek tehditlere, saldırılara karşı temkinli olmayı

5

ve bunların oluşabileceği durumda karşı koyabilmek için kaynak ve olanaklara erişmektir. Dolayısıyla devletler ulusal çıkar ve gücü elde etmek ve tutmak sürekli gelişim ve mücadele içindedir.

     Devlet için sistemin varlığı yok sayılamaz ve çok önemlidir.  Uluslararası aktörler, devleti en önemli unsur görür ve sistemi analiz yapmaya çalışır. Bu analiz, devletlerin kendi davranış biçimlerini sonra devlet ve uluslararası toplum ilişkilerini ilkelerini belirler. Her devletin sistemi uygulamadaki politikası farklıdır farklı olabilir. Dolasıyla sitemler bazen zor durumlarda etkilenebilir. Dolasıyla devletlerin değişime uğradığında uluslararası sistemin değişmesi de mümkündür. Bu da her zaman ulusal çıkar ve güç dengesine göre değişir. Devletler anarşiye inandığı için kurallar, ahlaki, hukuki, ilkeler ve düzen çok önemlidir. O yüzden devletler bu sistemi yani kendi sistemlerini de korumak için sürekli gelişim halindedirler.

     Realizm teorisinin esas olarak düşündü farklı görüşler de vardır. Devlet, Beka, Güvenlik ve Kendi Kendine Yetebilme görüşleri vardır.

      Ulusal toplumun en önemli Devletin kendisidir. Aynı zamanda uluslararası sistemin de en önemli varlığı, kaynağıdır. Bu anarşik yapının olduğunu gösterir. Toplumlar için uluslararası ilişkileri, sorunları, çatışma ve uyuşmazlıkları düzenleyecek veya bunlara son verecek, temel kaynakları, güvenlik dahil asli insan ve toplum gereksinlerinin teminini, paylaşımını ve dağılımını sağlayacak bir otorite ve kurum devlettir. Devlet de anarşik bir uluslararası toplumda ulusal çıkarlar ve güç için hareket eder. Uluslararası ilişkiler sadece devletler arası ilişkileri ifade eder ve uluslararası ilişkiler devletlerin güç için mücadelelerinin sürekli bir devinimdir.

           Güvenlik bir devletin varlığının devamı için önemlidir. Çünkü devletler sürekli rekabet halinde güç mücadelesinde olduğu için hem kendi güvenliğini hem de toplumlarının güvenliliğini sürekli kılmak için güvenliği

6

esas tutar.  O yüzden hayati derecedeki önemli olan askeri ve askeri stratejik konulara çok önem veriri. Bunları sürekli geliştirmek için çaba sarf eder.                                

      Devlet realist teoride önem sarf ettiği için ve toplumların var olma sebebi için Devlete gereksinim olduğu için her devletim hayatta kalma ve var olma konusu en kritik konudur. Devletler, uluslararası ilişkilerde varlıklarının sürdürülebilmesi için başta askeri imkanlar olmak üzere, dil, din, nüfus, eğitim, sağlık, çevre, beslenme, ekonomik imkanlara, gelenek-görenek gibi kültürel unsurlardan coğrafyaya, geçmişten geleceğe devletlerin devamlılığını mümkün kılan her konuda özel bir politika için çaba gösterirler.

     Devlet ancak kendi öz kaynakları ile güvenlik ve beka sorunu çözebilir. Bu da ancak kendi kendine yetebilme özelliği ile mümkündür. Fakat bazı durumlarda uluslararası sistemde devletler arasında ortak veya yakın ulusal çıkarlar üzerinden yakın ilişkiler kurulabilir. Ama unutulmamalıdır ki devletlerin ilişkileri yok çıkarları vardır ve hiçbir zaman bir devlet bir devlete yaşatma garantisi vermez.  İşte yine bu sebeple bir devletin bekası ve varlığı ancak kendi imkanları var olabilir. Eğer bu imkanlar yoksa devletin varlığı riske atılmış olacaktır. O yüzden devletler kendi kendilerine yetebilmek için kaynaklarını, imkanlarını hazır tutmak, güçlerini artırmak ve korumak için çalışmak zorundadırlar.

      Önemli realistler, Eski Yunanlı düşünür ve asker Thucydides, Machiavelli, Thomas Hobbes, Fransız düşünürü Jack Rousseau, İngiliz Edward Carr, Hans Mongenthau dır.

 

 

 

 

7

KIBRIS SORUNU VE KIBRIS BARIŞ HAREKATI

LİBERALİZM VE REALİZM DEĞERLENDİRMESİ

     

          Teorik açıdan değerlendirmeye geçmeden önce Kıbrıs Adası’nın tarihine kısaca bakmak lazım. Kıbrıs 1571 ‘de Osmanlı Devleti’nin adayı fethetmesiyle Venediklilerden Osmanlı’ya geçmiştir.  Osmanlı’ya geçmesi ile Osmanlı Anadolu’dan 30 bin civarı Türk’ü adaya yerleştirmiştir. Böylelikle adada Hristiyanlarla -ki çoğunluğu Ortodoks halkıdır- Türkler de yaşamaya başlamıştır. 1800’lü yıllarda Osmanlı topraklarında azınlıklar ayaklanmaya başlamıştır.  1877 yılında Osmanlı-Rus savaşının kaybedilmesiyle adanın Rusya’ya karşı savunması için 1878 yılında Osmanlı adayı savunma için İngiltere’ye devretmiştir. 1914’te 1. Dünya Savaşı patlak verince karşı tarafta yer alan Osmanlı’ya karşı adayı ilhak ettiğini duyurmuştur, İngiltere. Böylelikle adada İngiliz Hakimiyeti başlamıştır.

   24 Temmuz 1923’te Lozan Anlaşması görüşmelerinde Türkiye adanın ilhakını kabul etti. Yalnız adada Türkler yaşadığı için Lozan’ın 16 maddesine itiraz ederek ada üzerinde söz sahibi olmama hakkını kaldırttı.  Böyle Kıbrıs Adası’nın geleceği hakkında söz sahibi olma hakkını korumuş oldu.

    Yunanistan 1791’den beri Kıbrıs Adası’nın Rum halkından dolayı kendilerinde olması gerektiği “Enosis” büyük birleşme düşüncesine sahiptir. 1928 yılında Yunanistan, İngiltere, Fransa ve Rusya’ya Nota vererek adanın kendilerine verilmesini istemişlerdir. Rumlar Kıbrıs Adası’nda ilk ayaklanması vergiler bahane edilerek 1931 yılında İngiliz Valilik Konağı’nı yakarak yapmıştır. İngiltere bir anayasa yasa hazırlamak istemiş fakat Rumlar “Enosis” talebinde diretmiştir. Burada Yunanistan’ın nasıl bir Realist bir politika düşündüğünü bunu pratikte Nota vererek

8

uygulamaya soktuğunu, Rumlar ise ayaklanma ile bunu desteklediğini görebiliyoruz. İngiltere ise yeni anayasa ile uzlaşmacı liberal bir politika güttüğünü görebiliyoruz.

Enosis Lehine düzenlenen gösteri.

     Bütün bu gelişmeler Kıbrıs Türklerini de etkiliyordu. Aynı zamanda devlet görevlerinde daha fazla Rum çalıştırılmasından vaz geçilerek Türklere yer verilmeye özellikle de polis görevinde kullanılmaları Rumlar ile Türkleri karşı karşıya getiriyordu. Zaten Türklerin adada fazla söz sahibi olmaması Kıbrıs Türklerinin işe geliyordu. Burada İngilizlerin sömürgeciliğinin bekası için uzlaşmadan realiste politikaya geçip Türkleri kullanarak güvenlik uygulamaya çalıştığını görebiliriz.

     2. Dünya Savaşı’nın başlaması ve ardından Birleşmiş Milletler ‘in kurulması ile bu sorun Birleşmiş Milletler ’in gündeme geldi. 1949 yılında Rumlar Enosis doğrultusunda BM’ye başvurdular. Bu başvuru ve gelişimlerden sonra Kıbrıs Türkleri ’de sıkıntıya düşmeye başladı. Bu sıra devlet düzeyinde resmi bir girişim olmasına rağmen Türkiye’den bazı gençlik örgütleri Kıbrıs Türkleri ’ne destek vermeye çalıştı. Bunun sonucunda Kıbrıs ‘da ve Türkiye’de Enosis karşıtı gösteriler düzenlendi. Bu gelişmeler üzerine Kıbrıs’ta Türklere karşı yoğun taşkınlıklar başladı.

       Bu sırada Türkiye’de çok siyasi partili siyaset hayata geçirilmiş ve bunu sonucunda Demokrat Parti iktidara gelmiştir.

 

 

9

    Kıbrıs Sorunu ’nun BM’de gündeme gelmesinde sonra artık Kıbrıs Sorunu Yunanistan ’ın 1950’den itibaren bir Devlet politikası haline gelmiştir. Böylelikle Rumlar “Kendi Kaderlerini Kendileri Tayin Etme” (self determinasyon) daha güçlü seslendirme başlamışlardır. Yunanistan defeatle konuyu BM’ye getiriyor ve İngiliz Hükümeti ile de bu konuda sıkı sık temas geçiyordu. Burada Yunanistan’ın Kıbrıs konusunda realist politikasından vazgeçmediğini neredeyse bir var olma ve beka soruna haline getirdiğini görebiliyoruz.

    1952 yılında Yunanistan’ın Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (Nato) dahil olması ile daha fütursuz bir hal almaya başlamıştır. 1952 yılında Nato Lizbon görüşmelerinde yapılan toplantıda tekrar self determinasyon gündeme getirmiş ve Kıbrıs Sorunu İngiltere ve Yunanistan’ı ilgilendiren bir durum diyerek ileri girmiştir. 1952 yılında BM görüşmelerinde Türk Delegesi Adil Derinsu ilk defa Kıbrıs’ta sadece Rumlar değil Türklerin yaşadığını ve aynı haktan yararlanmalı diyerek ilk defa realist bir politika ortaya koymuştur. Çünkü güç ve denge unsuru gösterilmiştir.

     1953 yılında Yunanistan tekrar BM’de tekrar aynı konuyu gündeme getirdi. Bu sırada Türkiye’de gençlik örgütleri Ankara ve İstanbul’da büyük Kıbrıs gösterileri düzenledi. Bu durum Rumları ve de Yunanistan’ı telaşı düşürdü. Buna mukabil 1951 yılında Yunanistan’dan adaya gönderilen Albay Yeoryos Grivas kurduğu EOKA adında terör örgütü 1955 yılında ilk eylemini gerçekleştir.  İngiliz Devlet kurumlarına bombalı saldır yapmışlar, radyo evini yakmışlardır. Artık tek amaçlarının İngilizleri ve Türkleri adadan silmek olduklarını belirtmişlerdir. Türkler polislik görevleri gereği Rumlarla karşı karşıya geldiği için Türklere olan saldırılar da fiilen artmıştır.

     Bu gelişmeler yaşanırken Türk kamuoyunda tepkiler yükselmeye başlıyor. Türk kamuoyu gayet realist bir politika güderken ulusal çıkar ve

10

Kıbrıs Türkleri’nin yaşam bekası, ülke itibarını ön safhaya koyarken Türk hükümeti liberal bir politika yapıyor. Uzlaşmacı çatışmadan bu sorunu halletmeye çalışan bir tavır ortaya koyuyor. Çünkü İngiltere ve Yunanistan ile kurulan sıcak ilişkilerin bozulmaması için temkinli yaklaşımlar sergilemişlerdir. Fakat EOKA terör örgütünün Kıbrıs Türklerine olan şiddeti arttırması ve kamuoyunun baskısı ile DP hükümeti tavır değişikliğine giderek realist politikaya başlamıştır. İngiltere Lancaster House’da 1955 yılında yapılacak toplantıya İngiltere çok akıllı liberal politika uygulayarak bu sorun bizimle Rumlar arasında değil Türklerle Rumlar arasında diyerek bu sorundan kendini sıyırmıştır. Bu durum itibariyle Türkiye artık resmen büyük sesle Kıbrıs düşüncesini açıklamıştır. 1955’teki Lancaster House toplantısında Türkiye adına Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu söz alarak şunları söylemiştir:

“...Türkiye, Kıbrıs için kendisinden ayrılan arazinin mukadderatını katî bir şekilde tayin etmekle kalmamış, muahedenin imzası sırasında akıbeti henüz belli olmayan arazi üzerinde de istikbale matuf bir taahhüt altına girmeyi reddetmiştir. Görülüyor ki Lozan Muahedenamesi gayet sarihtir. Bu sarahate rağmen Kıbrıs’ın Lozan Muahedenamesinin revizyonuna girilmiş olur… Bu adanın mukadderatı ancak Türkiye ile İngiltere arasında tayin edilebilir… Fakat Kıbrıs adası statüsünün şu veya bu şekilde değiştirilmesi mevzubahis olursa Türkiye kendisini bu meselede birinci derecede alakalı sayacaktır. Çünkü Türkiye’nin Kıbrıs hakkındaki feragati ve fedakârlığı yalnız İngiltere lehine ve muayyen şerait altında olduğuna göre bu durum değiştirilmek istenirse Türkiye Hükümeti o feragatten önceki durumuna avdet etmeyi talep edecektir… Kıbrıs adası askerî bakımdan bin nefis Türkiye’nin ve Türkiye’ye hem civar şark memleketlerinin akıbetleriyle Türkiye kadar yakından ilgili bir devletin elinde bulunmak zorundadır. Yani Türkiye’nin veya Türkiye’ye askerî anlaşmalarla bağlı Ortadoğu

11

memleketlerinin bir harbe girmeleri halinde Kıbrıs da onlarla beraber harp halinde olmalıdır… Türkiye’nin Batı limanları maalesef muhtemel düşmanın kuvvetli tesir sahasına dâhil bulunmaktadır ve Türkiye bir harp halinde ancak Güney limanları vasıtasıyla beslenebilir. Bu hakikat göz önünde tutularak Türkiye’nin beslenmesine yarayan bütün infrastructure şebekesi Antalya, Mersin, Yumurtalık ve İskenderun gibi Türk limanlarından başlayan pipeline vasıtasıyla yapılmaktadır. Bu adanın hâkimi Türkiye’nin bu limanlarını da himaye edecek bir durum muhafaza eder…”

      Türk siyasi tarihinde önemli Dışişleri Bakanlarından Fatin Rüştü Zorlu bu açıklamalarıyla ortaya çok net realist bir politika ortaya koymuştur. Buna sert bir tavır politikası da denilebilir. Burada realist teorinin bütün unsularını kavramlarını varsayımlarını görebiliyoruz.  Devletin önemli bir unsur olduğunu, Yunanistan’ı ve Rumları cümlelerine katmayarak bir güç olduğunu, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını, coğrafyası, askeri stratejiyi jeopolitiği, Türkiye’nin beka ve var olma açısında güvenliği ve savunması için bu adanın öneminden bahsetmiştir. Dolasıyla ada Türkler’den İngilizlere geçtiği için ada tekrar Türkler’e verilmelidir sonucu görülmektedir.

      Görüşmeler sonuçsuz kalmıştır ama Fatin Rüştü Zorlu’ya göre Türkiye’nin bu sorunu uluslararası platformda basit bir self determinasyon meselesi olmadığını anlatması bakımından önemli olduğunu belirtmiştir, Türk kamuoyuna. Kıbrıs Rumları ’nın lideri Makaryos ise artık pasif bir direniş göstereceğini şiddeti desteklemeyeceğini belirtiyor. Buna liberal politika diyebiliriz.

       Bu durum EOKA terör örgütü tarafından benimsenmemiştir. Türklere karşı şiddete başvuracakları haberleri yayılmaya başlamıştır. Buna karşın Kıbrıs Türkleri VOLKAN (1956) adı altında daha sonra TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLATI (1958) dönüşecek direniş örgütü kurmuştur.

12

 

 

 Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki realist düşüncesi fazla uzun sürmemiştir. DP hükümeti tarafından “Taksim” tezi ortaya atılmıştır. Taksim tezi barışçıl bir şekilde uzlaşı politikasını getirdiği için liberal bir politika diyebiliriz. Başbakan Adnan Menderes Taksim tezinin bir fedakârlık olduğunu belirterek self-determinasyon hakkının Kıbrıs Türkleri’ne de verilmesini talep etmiştir.

     Birleşmiş Milletler bu öneriyi desteklemiş İngiltere’de Rum ve Türk kalkının ortak kuracağı hükümete sıcak bakmıştır. Yunanistan, Türkiye’nin sorunu barışçıl yollarla uzlaşı içinde çözme girişimine karşı koyamamış Zürih konferansına ve Kıbrıs Halkına bağımsızlık veren eşit haklarla kurucu ortak olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savunmuş ve başarılı olmuştur. Türkiye liberal politikayı izlemeyi sürdürmüştür.

      Bu gelişmeler ışında Fatih Rüştü Zorlu Kıbrıs Türkleri liderleri Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş ile görüşmüş ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulacağını bildirmiştir. Adnan Menderes’de mevkidaşı Yunanistan Başbakanı Konstantin Karamanlis ile Zürih’te görüşüp mutabakata varınca Londra’da 19 Şubat 1959 ‘da Kıbrıs’ta Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına ilişkin anlaşma imzalandı. 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti.

     Rum lider Makarios Cumhuriyeti Enosis’e götüren bir araç olarak kullanmış ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nı çiğnemeye başlamıştır. Türkiye garantör devlet olarak uyarılarda bulunmuştur. Rumların Türkler’e karşı şiddet gösterileri de artınca Türkiye Cumhuriyeti Devleti müdahale de bulunmak istemiştir. Diğer taraftan Türkiye’de 1960 darbesi olmuş DP

13

 

hükümeti iktidardan indirilmiştir. 2 yıl askeri iktidardan sonra Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidara gelmiş ve İsmet İnönü Başbakan olmuştur. Müdahale etmek isteyen CHP hükümeti zaten “Taksim” tezine de karşıydı. Burada realist bir politikaya tekrar dönüş olacakken Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Johnson’dan mektup gelmiş ve bu tehdit içeren mektuptan sonra Türkiye geri adım atmıştır.

      Müdahale etme isteğine sebep olunan olay 1963 yılında Rumların Akritas Planı çerçevesinde yani anayasa değişikliği Türkleri adadan silme girişimi “Kanlı Noel” saldırısına dönüşmüştür. Kısa zaman içinde ateşkes sağalansan da ufak çaplı çatışmalar devam etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 1964 tarihinde Rumların saldırıları artması üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine başvurmuştur. Aynı zamanda İngiltere, adadaki tehlikeli durumun çözüme kavuşması için Güvenlik Konseyi’ne başvurmuştur. Güvenlik Konseyi 186 sayılı karar ile 4 Mart 1964 tarihinde Kıbrıs’ta olayları önlemek amacıyla ve “Kıbrıs Hükümeti”nin onayıyla bir “Birleşmiş Milletler Barış Gücü” kurulması ve adaya gönderilmesi kararını almıştır.

      Kıbrıs Türkleri meşru müdafaasını TMT ile devam etmektedir. Fakat aynı zaman da Türkiye gerekli askeri teçhizat ile de yardımlarına devam etmektedir. Burada Türkiye’nin uyguladığı politika realist politikadır. Tüm bu gelişmeler ışığında uluslararası aktörler BM ve ABD iki taraflı çözüm önerisinde bulunsa da bir sonuç çıkmamıştır. Rum saldırılarını iyice artırmış ve 1967’de Türkiye açsından ciddi bir dönüm noktası Geçitkale ve Boğaziçi köylerine Rumlar tarafından saldırılar olmuştur. Bu sırada Türkiye’de Adalet Partisi iktidardadır ve Başbakan Süleyman Demirel’dir. Bunu üzerine Türkiye Cumhuriyeti EOKA terör örgütüne hava harekatı düzenlemiştir. Aynı zamanda donanma Kıbrıs’a doğru yola çıkmıştır. Aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi gerekirse Yunanistan ile savaş

14

kararı almıştır. Bu realist bir politikadır.  Bu harekatlardan sonra EOKA geri adım atmıştır. Türkiye ise İngiltere ABD ve Rusya’nın baskı ile harekatı sonlandırmıştır. Bu olayları takibe 1967 yılında geçici Türk Yönetimi kurulmuş ve liderliğe Dr. Fazıl Küçük getirilmiştir. Bu sırada 1967 yılında Yunanistan’da darbe olmuş Albaylar Cuntası iktidarı ele geçirmiştir. Bunun üzerine Kıbrıs’ta çatışmalar yeniden başlamıştır.

      1974 yılında Albaylar Cuntası’ndan cesaret alarak Kıbrıs’ta EOKA terör örgütünün lideri Nikos Sampson Cumhurbaşkanı Makarios’un ılımlı liberal politikasına karşın darbe ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 15 Temmuz 1974’te iktidarına gelmiştir. Türkiye 1967’den beri uluslararası platformlarda liberal politika ile çözüm arayışı için olmuş fakat olası savaş kararı olduğu içinde gerekli hazırlıklarını realist teori düşüncesinde sürdürmüştür. Kıbrıs’ta olan bu oldu bittiyi Türkiye asla kabul etmemiş ve gerekli girişimlere başlamıştır. 1974’te koalisyon hükümeti CHP ve Milli Selamet Partisi (SP) iktidardadır. Başbakan Bülent Ecevit’tir. Bülent Ecevit Kıbrıs’ta gelişme üzerine diğer garantör devlet İngiltere ile görüşmeye gitmiş çözüm arayışı için -ki buna liberal politika diyebiliriz- ve sonuç alamayınca realist politika düşüncesinde Kıbrıs Harekatı başlamıştır. 20 Temmuz 1974.

      22 Temmuz 1974 Girne ele geçirilmiş ve aynı gün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 353 sayılı karar ile ateşkes ilan etmiştir. Yunan Cuntası ve Sampson yönetimi sona ermiş Klerides başa geçmiştir. Türkiye adaya garantör devlet anlaşmasına dayanarak adaya “barış” için müdahale ettiğini

15

açıklasa bu bir realist politikadır. Çünkü Kıbrıs Türkü’nün varlığı, bekası,

geleceği, savunması, kültür, çıkarı garanti altına alınmıştır. Bu aynı zamanda Türkiye’nin Akdeniz’deki güvenliği savunması uluslararası çıkarı içinde önemli bir iştir.

        25-30 Temmuz tarihlerinde Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın katıldığı birinci Cenevre görüşmeleri yapılmıştır. Bu görüşmelerde Türkiye’nin istekleri kabul edilmiş ve önemli gelişme kaydedilmiştir.

     Görüşmelerin neticesi Kıbrıs Rumları’nda karşılık bulmamış ve Kıbrıs Türkleri’ne adanın başka kısmında uyguladıkları kuşatmayı kaldırmamış ve yine saldırılara geçmiştir. Bunun üzerine Türkiye 14 Ağustos’ta ikinci harekat başlatıp 16 Ağustos’ta adanın Kuzey kesimini tamamen ele geçirmiştir. Böylelikle Kıbrıs Türkü’nün canı, malı, siyasi hakları, iktisadi hakları, güvenliği, savunması ve kültürü Türkiye Cumhuriyeti Devleti güvencesi altına girmiştir. 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edilmiştir.

     Bu gelişmeler noktasında Türkiye ve Yunanistan yıllar süren görüşmelerinden netice alınmamıştır. Sonunda Türkiye 15 Kasım 1983’ye ani bir kararla Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurarak Kıbrıs Türkleri ’nin bağımsızlığını kazanmasını sağlamıştır. Rauf Raif Denktaş ilk Cumhurbaşkanı’dır.

 

 

  

 

 

 

16

 SONUÇ

     Kıbrıs Türkleri’nin ve Kıbrıs adasının önemi Türkiye için büyüktür. 1950’lilerde başlayan bu mücadele Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulması ile neticelenmiştir. Türkiye gücü nispetinde bu mücadeleye başlamış ve sürdürmüştür. Gelişen iç ve dış politikaya göre Kıbrıs adası ve Türkleri üzerinde değişen politikalar gütmek zorunda kalmıştır. İlk başlarda sorun İngiliz ve Rumları ilgilendiriyor diye yaşanan gelişmelere fazlaca kayıt kalmaları, olayların seyrinin Türklere’de sıçramasıyla tavır alınmaya başlanmıştır. Liberal politika ile olaylara ılımlı yaklaşan Türkiye, konunun BM’ye gelmesi ve Yunanistan’ın saldırgan ve fütursuz tavrına realist politika ile cevap vermiş ve “adada bir hak sahibi olacak varsa İngilizlerin çekilmesi bu Türkiye’dir” tavrı aslında yerinde bir tavır olmuştur. Bu tavrı devam ettirilmesi çok önemliydi. Çünkü Yunanistan Enosis ile tavrını en baştan belli etmiş ve Türkiye buna kayıtsız kalmamalıydı. Eğer bu realist politika devam etseydi belki İngilizler adadan çekilmeyecek ve Kıbrıs Türkü kayıp yaşamayacaktı. Fakat gelişen iç politikadaki değişiklikler Türkiye’nin realist politikadan vazgeçip liberal politikaya dönmesi ve Taksim tezini ortaya ataması ve daha sonra ortak Devlet kurulması Rumlarının işini kolaylaştırmış gibi gözüküyor. Çünkü Cumhurbaşkanı Rum olunca ve yönetim çoğunluğu Rumlarda olunca realist kavramlardan bir olan “insan doğası kötüdür” varsayımını burada görüyoruz. Gücü siyasi olarak da ele geçiren Rumlar Türklere adadan silme planı ile saldırınca Türkiye kendi realist politikasını uygulamakta geç kaldı. Bu yüzden çok kayıp verildi.

     Mücadeleden vazgeçmemiş ve gelişen durumlara göre politika üretmeyi başaran Türkiye en nihayetinde Kıbrıs Adası’na çıkarmak yapmış Kıbrıs Türkleri’nin güvencesi olan Devleti kurmuştur. Fakat Kıbrıs sorununun günümüzde de Rumlar ve Yunanistan’ın tavrı ile devam etmektedir. Çözüm eşit haklara sahip Devleti kurmaktan geçmektedir. Yakın gelecekte bu çözüm zor görünüyor.     

17

        KAYNAKLAR;

·         Kıbrıs Barış Harekâtı Yrd. Doç. Dr. Mustafa TARAKÇI

·         Demokrat Parti Döneminde Kıbrıs Sorunu Dr. Öğr. Üyesi Yakup KAYA Yüksek Lisans Öğrencisi Bülent YETER

·         Kıbrıs Sorunu ve Birleşmiş Milletler 1954-1975 Faruk SÖNMEZOĞLU

·         Kıbrıs Sorununun Tarihi Gelişimi Arş. Gör. Müge VATANSEVER

·         Tarafların Kıbrıs Sorununa Yaklaşımları Ertan EFEGİL

Ayşe Mine OLCAY

·         Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Kıbrıs Sorunu Bağlamında Türkiye’de 6/7 Eylül 1955 Olaylarına Kesitsel Bir Bakış Ulvi KESER

·         Dr. Mustafa Küçük Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Teori ve Pratik Dersi Notları

 

 

No comments:

Diğer Yazılarım/My Other Articles

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...