GİRİŞ
Çevre günümüz Dünyasında daha önemli
bir hal almaya daha fazla insanlar tarafından önemsenmeye başladı. Çünkü artık
insanlar çevrelerine bakarak yeşilin ne kadar azaldığını ve insanların nefes
alacak yerlerinin yok olduğunu fark ettikçe çevre yani Doğa daha fazla
önemsenmeye başladı. Aslında olması gereken buydu. Doğa kendi yarattığı değişimlerle-
ki insanlar buna “doğal afet” aslında kendini yeniliyor. Doğa kendi kendini
tamir edebiliyor. Ya insanların yaptıklarını?
İnsanlık çoğaldıkça ve geliştikçe
ekonomik be iktisadi kalkınmalarda baş gösterdi. “Büyük Sanayi” hamleleri
insanlık için çığır açmış gibi gözükse de olumlu anlamda büyünün arkasındaki
olumsuzluğu göremediler. Çünkü liberalizm olarak görülse de ekonomik kalkınma
“Para” Neoliberalizm demekti ve parada “Güç” Realizm demekti. Para “Çokuluslu”
olarak adlandırılan Dünyanın her yerinde iş yapabilme özelliğini kazandıran dev
şirketler yarattı. Bu dev şirketlerde daha fazla “Güç” sahibi olmak adına sözde
“İnsanlık” için aha iyisini yapabilirim vadi ile birbiriyle yarışa girmişken
Doğa ile de “Savaş” ‘a girdiğinin farkında değildi.
İşte bu yazıda hem çevrenin ne olduğu
ne demek olduğu hem de Çokuluslu Şirketlerin ne olduğu ve rekabet halinde ve de
ekonomik kalkınma yaratırken nasıl “Çevre Felaketleri” yaratıklarının Türkiye
örneklemesi ile de bahsedilecektir.
ÇEVRE
Çevre tanımlaması yapmadan önce
Doğa’nın tanımı yapmakta fayda vardır. Doğa, canlı-cansız varlıkların
birbiriyle olumlu ya da olumsuz şekilde etkileşimde olduğu ve kendini, kendi
dışından gelecek bir müdahale olmadan sürekli yenileyebilen bir varlıktır
diyebiliriz. Bu doğanın içinde insanlar ve hayvanlardır vardır. Diğer varlıklar
olarak güneşi, toprağı, suyu, havayı, taş ve kaya oluşumlarını, mikro
organizmaları, mikropları, bakterileri …vs. gibi farklı bilim alanlarını
ilgilendiren varlıkları da sayabiliriz. Dolayısıyla canlı ve cansız varlıklar
bir bütün halindedir.
Çevre ise bazı varlıların birbiriyle aynı ortam yaşadığı alan
diyebiliriz. Yani “yaşam alanı”. 19 yy. sanayileşme, ekonomik gelişmeler, insan
nüfusunun artması, savaşlar, çatışmalar, ölümler doğanın kendi değişimi içinde
yaşan sorunlar ya da afetler daha insan odaklı bir çevre düşüncesi yaratmıştır.
Yani “Doğa ‘yı” “İnsan” uydurma durumuna girmiştir.
Modern denilen 20 yy. ile teknolojik
gelişimler de yaşanmıştır. Bu devrim insan yaşamının daha da rahatlığı ve
kolaylığı ulaşması sebebi ile daha fazla talep edilen bir nokta gelmiştir.
Dolasıyla üretim artması tüketimi
de beraberinde getirmiştir. Diğer
taraftan daha tüketim isteği yeni üretim alanlarının açılmasına sebep olmuştur.
Tabi daha fazla üretim, daha fazla iş gücü, daha fazla enerji kullanımı bir
yandan ekonomik kalkınma sağlasa da diğer taraftan iktisadi dengelerin
bozulmasını zenginliği getirdiği gibi yoksulluğu da getirmeye başlıyor. Çünkü
bazı Devletler kendi “Doğası ’nın” yani çevresinin yeraltı kaynaklarını
kullanması için ya bütçelerinde pay ayırıyor -nasıl olsa daha fazla
kazanacağız- diye ya da uluslararası kuruluşlardan kredi borçlanması yolu ile
maliyet yaratıyorlar. Bu öngörülemeyen durumlardan ekonomik problem yaratıp
iktisadi dengeleri bozuyor.
Bir taraftan zenginleşenler bir taraftan yoksullaşanlar. Dahası zenginleşme ile gelen çevre koruma maliyetleri. Bu maliyetler çevreyi korumak için önlemi alınan yatırımlar ve vergiler. Bu yatırımların yapılmasını beklemek ve vergileri toplamak yoksul kesimden kolay olmuyor ya da hiç olmuyor. Bunları yapması gereken ya da maliyetleri karşılaması gereken de Devlet iken; Devletler de bunları göz ardı edebiliyor. Tabi burada haksız bir durum oluyor. Zenginleşen kirliği yaratırken almadığı önlemlerden dolayı ki bunların en başlıcaları hava kirliği, su kirliği ve toprak kirliği olurken, yoksul halka bunları fatura etmek adil değil. Çünkü yeri geldiğinde bir “Çevre Felaketi ’ne” dönüşen bu durum doğayı etkilediği kadar bu durum en direkt olarak insanlığını etkilememektedir. Sakat doğumlar, ölü doğumlar ya da ölümler yaratabilmektedir. Dolayısıyla ve hem insanı yani insanlığın geleceğini hem doğa çevreyi yani Dünyanın geleceği açından uluslararası anlamda koruma düşünce vakıf olmaya başlamıştır.
Yakın geçmişe baktığımızda hava kirliğine bağlı çevre felaketinden de 4
bin ölümü ile sonuçlanan 1952’de Londra’daki Hava Kirliği bir düşünce
oluşturmuştur. Londra’da 1952 yılında Aralık ayında havanın çok soğuması ve
nemlerin artmasında dolayı insanlar ısınmak için daha fazla kömür yakmasın ve
bu arada rüzgarların durması ile şehir kömür dumanına boğuldu ve bir çevre
felaketi yaşandı. Böylelikle Londra’da “Temiz Hava Hareketi” başladı. İşte bu
çevrenin korunmasına yönelikte bir düşünce oluşmasına sebep oldu.
1960’lı yıllarda, üretimin daha da artması ve bununla birlikte teknolojik gelişmeler çevresel felaketlerinin yarattığı olumsuz sonuçlar iyice artmaya başlaması ile 1970’lı yıllarda uluslararası boyuta ulaşmıştır. Zaten daha önce var olan çözüm bulma düşünce uluslararası aktörler nezdinde de yer bulmaya başlamıştır.
1972 yılında 113 ülkenin katılması ile İsveç Stockholm’de çevre felaketler Dünya çerçevesinde ele alınmış, çevrenin nasıl korunacağı nasıl iyileştirileceğine aynı zamanda sosyo-ekonomik kalkınmanın çevre ile bağlantısı konuşulduğu Birleşmiş Milletler (BM) konferansı bir milat olmuştur. Birçok Devletin ilke ve politika geliştirmesine öncü olmuştur.
Daha sonraki yıllarda 1983 yılında BM
nezdinde Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu kurulmuştur. Bu komisyon 1987
yılında bir rapor hazırlamıştır. Bu Brundtland raporu çevre ve kalkınmanın
birlikteliği ilişkisini öne sürmüştür. Akabinde bu rapora atfen 3-14 Haziran
1992'de Brezilya Rio de Janeiro'da Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma
Konferansı sonunda 27 ilke ile bir Deklarasyon yayınladı. Çevrenin uluslararası
düzeyde korunmasına yönelik zamanın en önemli toplantısıdır.
BM’nin önemli aktör olarak Çevreyi
Korumayı daha net bir şekilde gündeme alması ve yayınladığı raporla
sürdürülebilir kalkınmayı ve ekonomik kalkınmayı daha fazla ele aldığı için Dünya
Ticaret Örgütü (WTO), Dünya Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB) ve Çokuluslu
Şirketler ve iktisadi Sivil Toplum Kuruluşları diğer aktörler olarak daha fazla
önemli rol oynamaya başlamışlardır.
Çevre politikaları her ülkeye göre değişiklik gösterir. Çevre politikası
bir ülkenin sosyo-ekonomik durumuna göre ve bu yüzden oluşana tercihlere göre
politika oluşturmasına bağlıdır. Fakat bu tercihler uluslararası aktörlerden
çok da bağımsız olamaz. Çünkü bazen çevre politikalarının uygulanabilmesi için
uluslararası iş birliğinin gerekliliği önem arz etmektedir. Bu durum ülkelerin politikalarının
kurumsallaşmasıyla mümkün olmaktadır.
Sürdürülebilir ekonomik kalkınma olurken, sürdürülebilir çevre zarar görmemeli ve yol olmamalıdır. Olası bir çevre tahribatında ilk etapta zararg gören yakın çevre gözükse de, bu çevre tahribatın etkileri zaman içerinde yayılma gösterebilir bölgeselleşebilir. Devletlerin kendi halkına karşı sorumluluğu kadar uluslararası topluma karşı da sorumluluğu bakidir.
Çevrenin felaketi sonucu oluşan tahribatı doğanın kendini yenileme
gücünün ötesine geçmiş olabilir. Bu sebeple ekolojik denge bozulur ve yaşamsal
anlamda bitkisel örtünün zarar görmesinin yanında hayvan sağlığı ve de insan
sağlığı da zarar görebilir ve geri dönülemez bir durum ortaya çıkar.
Çevrenin korunması korunmaya alınmasında yasalar yapılması şarttır.
Olası felaketlerde ya da zarar vermelerde uygulanacak cezalar gerekli önemleri
alınmasında önemli ikaz niteliğinde yaptırım gücüdür. Diğer taraftan önemli
noktalardan biri toplumsal bilinç oluşturmak. Toplum çevre koruması konusunda
sadece kendi yaşam alanıyla sınırlı kalmamak kaydı ile bilinçlenir
bilgilendirir ve bunların yayılmasını sağlar ise çevre felaketlerin
önlenmesinde çok etkili olur. İktisadi bir işletmenin yapacağı yatırım ülkeye
kalkınma getirirken diğer taraftan doğaya ve insan ciddi zararlar doğuracak ise
toplumun sahip olduğu bilgi ve bilinç ile bu karşı durması daha kolay ve daha
güçlü olacaktır. İnsanın kendini yaşamının değerli olduğu kadar başka
yaşamların değerli olduğu olgu ve bu değerle hareket etmesi aslında kendi
yaşamını da garantiye alması demektir.
EKONOMİK KALKINMA VE ÇOKULUSLU
ŞİRKETLERİN ÇEVRE ETKİSİ
İnsanoğlu
geliştikçe ve nüfus arttıkça, ekonominin, sanayi ve teknoloji anlamında
büyümesi artan nüfusun kırsaldan kente göç etmesi çevresel sorunları getiriyor.
İlk bakışta bu olaylar kentsel çevre sorunları gibi gözükse de kırsal nüfus
yoğunluğunun azılması sanki yaşayan insan yok buraları boş ve fabrikalar
yapılabilir algısı oluşmaktadır. Ama doğa felaketleri tam da burada
başlamaktadır.
Yaşam şartlarını daha iyi şekilde geliştirmek ekonomik kalkınmanın ifadelerinden
bir tanesidir. İnsan refah içinde yaşamak için üretmek zorundadır. Bu demektir
ki; sürdürülebilir ekonomik yapı oluşturulması gerekmektedir. Tabi ekonomik
yapının oluşması insan kendi bilgi birikimi ile olduğu kadar yani kendi yararlanmak
olduğu kadar çevreden doğandan da yararlanması gerekir. Bu yararlanma doğanın
içinde olan ve üretime katkı sağlayan ham maddeyi bulup çıkarmak ile olur.
İnsanların bu üretim neticesinde kendisine sunulan ürünün kendisine sağladığı
bir refah varsa ürünün nasıl mal edildiğini sorgulamamaktadır. Bundan dolayı
oluşan çevre sorunları oluşmaya başladığı ve birtakım veriler gün yüzüne
çıktığında farkına varılmaktadır. Tabi ki daha önce bahsettiğim, eğer bilgi ve
bilinç var ise toplumlarda.
Dünya toplumlarının ya da Devletlerin git gide birbirine sosyal, kültürel,
ekonomik, askeri, tarım, sağlık, hukuk, eğitim, bilim alanında birbirine daha
fazla yaklaşmakta ve dahası entegre olmaktadır. Mali güçlü olmayan ülkelerde gelişmişlik
denince akla gelen ilk ekonomi yapıdır. İşsizliğin yüksek olması, alım gücünün düşük
olması dolayısıyla gelişmenin yolunu ekonomi ile ölçmektedir. Para-Refah
ilişkisi doğmaktadır. Önemli olan
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1991 yılında Çevre Bakanlığı’nı kurması ile
çevre politikası konusunda yapılanmasını başlatmıştır. Özellikler 1998 yılında Ulusal
Çevre Stratejisi ve Eylem Planı (UÇEP)’nın oluşturulması ile Rio
Bildirgesi-Gündem 21 gibi uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesi
amacıyla 5 yıllık Kalkınma Planı’nda konu ile önemli adımlar atılmıştır.
Diğer taraftan, 2005 yılı itibariyle tekrar Türkiye Avrupa Birliği tam
üyelik müzakere sürecinde uyum fasıllarından AB Çevre Müktesebatına uyum
görüşmelerinde Müzakere Çerçeve Belgesini kabul etmiştir. Fakat 2005 yılından
sonra bu süreç etkili olarak ilerlememiştir. Bugüne kadar yaşan süreç örneğin
Hidroelektrik Santrali (HES) yapımlarında veya değerli Maden Arama şirketlerine
verilen Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporlarından muafiyet sağlanması
dahası Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD)konusunda da Türkiye etkin bir
ilerleme sağlamamıştır.
ÇED;
“gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek
olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalar bütünüdür. “(Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı)
SÇD yönetmeliğinin amacı;”
çevrenin korunmasını sağlamak üzere sürdürülebilir kalkınma ilkesi
doğrultusunda, çevre üzerinde önemli etkiler yapması beklenen plan/programların
hazırlanması ve onayı sürecine çevresel unsurların entegre edilmesi için
uygulanan Stratejik Çevresel Değerlendirme sürecinde uyulacak idari ve teknik
usul ve esasları düzenlemektir.” (Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve
İklim Değişikliği Bakanlığı). Yani bu yönetmelik devlet kurumları tarafından
önerilen politikalar, planlar ve programlar için geçerlidir. “Stratejik
Çevresel Değerlendirme (SÇD) Yönetmeliği, 8 Nisan 2017 tarihinde Resmî Gazete
’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından
hazırlanan SÇD Yönetmeliği’nin kapsadığı plan ve programların sektörlere göre
yürürlüğe giriş tarihleri ise yönetmeliğe eklenen geçici maddeyle değiştirildi.
Böylece, birçok plan ve programın SÇD uygulamasından belirli süre muaf
kalmasını imkân veriyor. Yönetmelik hükümleri, kıyı yönetimi, mekânsal
planlama, su yönetimi, tarım ve turizm sektörlerinde hemen yürürlüğe girerken;
balıkçılık ve ormancılık sektörlerinde 1 Ocak 2020; atık yönetimi, enerji,
sanayi, telekomünikasyon ve ulaştırma sektörlerinde ise 1 Ocak 2023 yürürlüğe girecek.
Böylelikle çevreyi olumsuz etkileme potansiyeli en yüksek sektörler altı
yıl boyunca devre dışı bırakılacak. Termik ve nükleer santralleri kapsayan
enerji programları, otoyol ağları ve köprü inşaatlarını içeren ulaştırma
planları ve sanayi yatırımları bir süre SÇD’yi kapsamayacak.”
Türkiye’nin uluslararası çevre sözleşmeleri geçmişine bakarsak Ozon
Tabakasının Korunması için Viyana Sözleşmesi’nin kabulünün (1985) ardından ozon
tabakasını incelten maddelerin kullanımının ve üretiminin kontrol altına
alınmasını sağlayacak olan Montreal Protokolü’nü Eylül 1987’de kabul etmiştir. Türkiye,
2009 yılında Kyoto Protokolü’nü
Türkiye’nin
1993 -2014 yılları arası ÇED kararlarını gösteren tablo.
Kaynak: Bayburt Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Doç. Dr. Hayriye
Şengün
Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomiler iktisadi yatırım yapmaya ve istihdamı azaltmaya kendi mali güçleri yetmediği için başka ülkelerden yatırım çekme zorundadır. Bu bir yerde uluslararası ilişkiler gözü ile bakarsak karşılıklı ekonomik bağımlılık yaratmakta denebilir. Ama bağımlığın art ve eksileri iyi değerlendirilmelidir. Çevre yani doğa da buna dahildir. Çünkü doğa bir ülkenin gelecek nesillere bırakacağı mirasıdır,geleceğidir. Bir Devletin, “Devlet” olma özelliklerinden olan “Toprak” parçasına “NeoLiberal” gözle bakılamaz.
Küreselleşen Dünya’da ülkeler arası sermaye akışları daha fazla ve hızlı
olmaktadır. Bu durum “Çokuluslu Şirketler” ile olmaktadır. Çokuluslu
Şirket (ÇUŞ), kendi ülkesi dışında en az bir ülkede mal veya hizmet üretimine
sahip olan ve bunları kontrol eden kurumsal bir organizasyondur. Küreselleşen
Dünya’da Çokuluslu Şirketler de önemli aktörler arasındadır. Daha doğrusu
Küreselleşen Dünya’da daha da önemli hale gelmişlerdir. Çünkü zayıf ülkelerin
ekonomisini etki altına alabiliyor. Bunu bazen direkt olarak bir ülkede yatırım
yaparak ya da ülkenin önemli şirketlerini satın alarak ya da ortaklık kurarak bunu
yapabiliyorlar. Bu da onları etkin bir güç haline getirebiliyor.
Ekonomik kalkınmayı öncelik haline getiren bir Devlet Çokuluslu Şirketlerin
yatırım faaliyetlerine ülkelerinin kapılarını sonuna kadar açabiliyor. Kapıları
sonuna kadar açmakla kalmayıp bazı ekonomik teşvikler ve muafiyetler
verebiliyor. Dahası iş konuna göre kanunda yapması gereken zorunluluklar varsa
bile bu zorunlulukları aşmak için gerekli destekler de sağlanıyor. İlk bakışta
istihdam yaratığı için, ulusal ekonomiye fayda sağladığı için olumlu gözükse de
kapitalist sistemde ve de böyle çok güçlü şirketler her zaman düşük maliyetle
en yüksek karlılığı hedeflerler. Bu yüzden toplum refahı ve sağlığı, işçi
hakları ve sağlığı, çevrenin korunması ve kamu yararı gibi düşünceleri olmaz.
Özellikle de sanayileşme alanında yapılan yatırımlar da daha fazla öne
çıkmaktadır.
Birleşmiş Milletler, Çokuluslu Şirketlerin Global Compact (Küresel İlkeler) Sözleşmesini imzalamalarını önemektedir. Bu sözleşme, Çokuluslu Şirketlere, yaptıkları yatırımlarda, çevrenin korunması, insan hakları ve özellikle de çocuk işçiliğinin olmamasını belirtmektedir. Çokuluslu Şirketler ’in kar amaçlarının göz önüne tutmaları kadar belirtilen ilkelere deuymalarının daha fazla zorunluluk hale gelmesi talep edilmektedir. Ama diğer taraftan Çokuluslu Şirketler özellikle de hissedarları yaptıkları yatırımlarından sağladıkları anlık refahın zararlarını düşünmedikleri gibi, bir gün küreselleşen bu dünyada bu zararların kendilerine dönebileceğinin farkında değiller.
Türkiye sahip olduğu toprak parçası ile çok nemli coğrafi noktadadır. Bu
arada olabilecek herhangi bir doğa felaketi Türkiye’yi etkileyebileceği gibi
çevremizi de etkileyebilir. Bu etkileme duruma göre anlık da olabilir uzunda
vade de olabilir. Burada yapılacak sanayi yatırımları özellikle de madencilik
alanında yapılacak yatırımlar azami dikkate gerektiren yatırımlardır. Her ne
kadar yapılacak yatırım ulusal karlılığa, işsizliğe fayda sağlasa da çevre ve
insan sağlığının ön planda tutulması zorunda olmalıdır.
Türkiye gelişmekte olan ülkeler sınıfında olduğu için dış yatırımlara fazlasıyla
ihtiyaç duyuna bir ülkedir. Özellikle Çokuluslu Şirketlere sağlanan birtakım
avantajlar ile ve de düşük maliyetli üretim avantajı bu güçlü şirketlerin
ülkeye yatırım yapmasını cazip hale getiriyor.
Bunun bir örneği birkaç yıl önce Türkiye gündeminde yer alan ve halkın protestosuna maruz da kalan Kaz Dağları’nda “altın madenciliği” faaliyeti yapan “A..... G...” Çokuluslu şirkettir. A..... G.... merkezi T...... K......'da bulunan K......lı çok uluslu bir altın üreticisidir. Türkiye'nin kuzeybatısındaki Çanakkale ili Biga ilçesindeki Kirazlı, Ağı Dağı ve Çamyurt Mevkii Projeleri vardır. Bu bölgeler Kaz Dağları’nın farklı bölgeleridir. Kaz Dağları’nın bir bölümü Milli Park’tır. Muhteşem bir doğal ekosistem vardır. Önemli bir yerleşim merkezidir. Çanakkale ve Balıkesir illerinin çevresinin önemli yaşam kaynağıdır. Dünya’nın önemli oksijen kaynakları olan bir yerdir. 40’tan fazla endemik ürünün kaynağıdır.Bölgenin yeraltı ve yerüstü sularının kaynağıdır. Tarım ve hayvancılık için ideal bölgedir. Doğal güzellikler ve kültürel varlılar açısından değerlidir.
Kaz Dağları aynı zamanda değerli yer altı maden kaynaklarına sahiptir.
A...... G.... maden Şirketi birkaç yıl önce gündem olmasına rağmen Kaz Dağları
ilişkisi biraz daha eskiye dayanıyor. 22 Eylül 2009’da Kirazlı bölgesi maden
arama ruhsatı başka şirketten satın alarak Türkiye’de faaliyet göstermeye
başlıyor. Aslında bir Türk şirketine taşeronluk vererek faaliyetlerini
yürütmeye başlıyor. Bütün bu gelişmeler yaşanırken Hükümet Maden Yasasında
değişiklik yapıyor. Her ne kadar bu değişiklik Orman izinleri ile ilgili 7.
Madde de dahil Anayasa Mahkemesine taşınsa da ve Orman izinleri askıya
alındıysa da verilmiş olan hak eski ruhsatlarda geçerli olmadığı için A...... G.... mevcut izinlerle çalışmalara devam ediyor.
Çokuluslu Şirket bu çalışmalara devam ederken yasadaki boşluklardan
dolayı sürekli ÇED olumlu raporu alınca işletme faaliyetlerinde usulsüzlükler
yapıyor. Bölgede etkin faaliyet yürüten Kazdağı
Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği bu durumu gündeme getiriyor
Sivil Toplum Kuruluşu (STK) toplumu bu konuda protestoya davet ediyor. Ağustos
2019 yılı itibariyle protestolar başlıyor. Halk Kaz Dağları’nda tahribat
yapılan alalarda gösterilere başlayıp hem hükümete hem de uluslararası topluma
ve aktörlere bu faaliyetlerin sonlandırılması için çağrı da bulunuyor. Aynı
zamanda Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği bir rapor
hazırlıyor.
Bu rapor göre; yatırım maliyeti 165,7 milyon dolar olarak belirlenen proje alanı yaklaşık 20 bin dönümdür. ÇED alanı ise 6 bin 138 dönüm ve bunun yüzde 97’si yani 5 bin 940 dönümü orman alanıdır. 283 tür bitkinin yaşadığı Kirazlı’da 7 tür bitki endemik, yani yalnızca bu gölgeye özgü bulunmaktadır.
Çanakkale’nin içme suyu
ihtiyacını karşılayan Atikhisar Barajı’nın su toplama havzasında yer alan
Kirazlı Altın Madeni’ nin büyük miktardaki su gereksinimi Zeybek Çayırı Köyü
yakınlarında yapılacak olan Altınzeybek Göleti’nden sağlanacaktır. Çıkarılan madenden
etkilenecek olması ve gerektiğinde kullanılacak su kaynakları da 7 km
mesafedeki Kocaçay (Sarıçay), 22 km mesafedeki Menderes Çayı. Armutçuk Deresi,
Hacıkarı, Akçaalan, Koyunsuyu, Gökbüyet, Bent ve Balıklı Dereleri de Kirazlı
Altın Madeni yakınlarındaki diğer su kaynaklarıdır.
Ömrü altı yıl olarak belirlenen projede,
inşaatta 600, işletmede 300, kapamada 200 kişinin çalışacak. 0,75 gr/ton altın,
11,75 gr/ton gümüş tenör saptanan Kirazlı’da toplamda 17,5 ton altın, 106 ton
gümüş elde edileceği öngörülmektedir.
Eş zamanlı olarak Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin bu raporu yayınlaması toplumun konu hakkında daha fazla bilinçlenmesine ve bilgilenmesine sebep oldu. Böylelikle halkın protestolarının artmasına aynı zamanda uluslararası aktörlerinde bu konuyadikkatine çekilmesine sebep oldu. Bu sebeple de Çokuluslu Şirket’in üzerinde hem sivil kuruluş baskısı hem toplum baskısı nasıl oluştuğu ve nasıl baskı yapılacağı bir kez daha teyit edilmiş oldu.
İşte küreselleşen Dünya’da sürdürülebilir kalkınma adına hem Çokuluslu
Şirket’in hem hükümetin yasalarla oynayıp nasıl bir şirketin çevreye zarar
verebileceği de bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Çünkü Çokuluslu bir şirket
“para” gücüyle ve tabi ki de NeoLiberal sistem güden bir hükûmet de var ise
ülke yasalarını ve politikasını kendi lehine çevirebildiği görülmüş oldu.
Çokuluslu Şirket’in Türkiye iş
ortağı Genel Müdürü bütün protestolar karşında sessizliğini bozup basın
açılmasında; tepkiler üzerine Tarım ve Orman Bakanlığı orman sahasında maden
işletme ruhsatını iptal etmesine rağmen “Hiçbir yere gitmiyoruz 60 yıllık
ruhsat hakkımız var, kesilen ağaçların da muhatabı biz değiliz , gerekli olduğu
için kesildi ve kesime 54 milyon TL ödeme yaptık, altın aramaya da dolaylı 240
milyon dolar harcadık” diyerek aslında kendilerine karşı yapılanların ve
çevreye verdikleri zararın hiç umurunda olmadığını belirtmiş oluyor. Dahası
Türkiye’nin çıkarılan bu altın para kazanacağını belirtmiş.
Bütün Çokuluslu Şirketler vahşi kapitalizmi bu kadar acımasızca uygularlar mı? Hepsini nu konuda ön yargılı davranıp suçlayabilir miyiz? Tabi ki, hayır. Çokuluslu veya küçük bir ticaret hane yapacağı karı düşünür. Çünkü şirketinin ayakta kalması önemlidir. Bir Devlet mali olarak güçlü olmayabilir.
SONUÇ
Sanayileşme
geçmişten günümüze yadsınamaz bir gerçektir. Gelişen ve küreselleşen Dünya
düzenin sürdürebilir kalkınma adına artan nüfus ile buna ihtiyaç vardır. Fakat
bu ihtiyaçlar yanında çevre sorunlarını da birlikte getirmektedir. Bu çevre
sorunları gitgide artınca ve bazı durumlarda felaket dönüşmeye başlayınca
Devletleri özellikle gelişmiş ülkeleri yeni önlemler almaya yöneltmiştir. Bunda
hem toplum baskısı hem de küresel aktörlerin etkisi vardır. Çünkü Doğa ve İnsan
ayrılmaz bir bütündür. Doğanın İnsana ihtiyacı yoktur ama İnsan geleceği için
Doğa ihtiyacı vardır. Yaşam kaynağının önemli büyün gerekliliğinin Doğadan
saplamaktadır. Bu yüzen çevre koruma önlemini gerek yasalarla gerek başka
doneler ile artıran güçlü Devletler kendi şirketlerine başka ülkelerde
ekonomilerini devam ettirebilme zorunluluğu yaratmıştır. Çokuluslu Şirketler
ise kendilerine gelişmekte olan ülkeleri hedef seçmişlerdir. Çünkü ucuz işçilik
maliyeti yasalardaki yetersizlik NeoLiberal politikaları benimsemiş, ekonomik
kalkınması çevrenin korunmasının önüne koymuş ülkelerde iş yapma dolayısıyla
çevreyi kirletmek ve bu konuda yaptırıma uğramamak Çokuluslu Şirketler için
büyük varlık. Bu hem Çokuluslu Şirketler için hem de buna izin veren hükümetler
için çok büyük bir yanlıştır. Zaten çevreyi felakete götüren bu tip
düşüncelerdir. Dünya’yı çok büyük zannetmek ya da gelişmekte olan ya da
gelişmemiş ülkelerin toplumlarını bir hiç zannetmek
15
çağdışılığın ve insanlığın ve
doğanın düşmanlığıdır.
Devletler toplumlarına ve uluslararası
toplumlara karşı sorumluluğunu asla unutmamalıdır. Bunlara diğer uluslararası
aktörleri de ekleyebiliriz. Eğer gerekli yaptırımları çözümleri üretmiyorlarsa
burada görev STK’lara ve toplumların bizzat kendisine düşmektedir. Çünkü olası bir çevre kirliliği ciddi
boyutlara ulaştığında ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu felaketleri
giderici gücü e yoksa bu Dünya içinde bir sorun yumağı haline dönüşüyor.
Türkiye’nin Kaz Dağları örneğine baktığımızda başarılı bir çevre koruma
performansı gösterememiştir. Dünya’ya entegre olmaya çalışan gelişmekte olan
ülke konumundan çıkmak isteyen Türkiye’nin toplumunun geleceğine zarar verecek
olan Çokuluslu Şirketler ’in yatırımlarına yaparken izin vermemeleri, yaptıkları
usulsüzlükler göz yummamalı ve bunları yapacak yasal boşlukları
oluşturmamalıdır.
Sonuç
olarak, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası politikalarına çevreyi korumak
politikasını ülke geleceği açısından öncelik olarak benimsemek Türkiye’nin
menfaatine olacaktır.
·
Türkiye’de Siyasi Partilerin Küresel Çevre Sorunlarına
Yaklaşımları Yrd. Doç. Dr. Hikmet YAVAŞ Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi,
Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
·
Türkiye’de Çevre Yönetimi ve Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının Uygulamaları Yrd. Doç. Dr. Hayriye ŞENGÜN Bayburt Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü
·
Türkiye’de Yerel Yönetimler ve Çevre
Sorunlarının Çözümündeki
Sorumlulukları, Rolleri ve Önemi Hüseyin
ÇİFTÇİOĞLU ve
Ahmet Hamdi AYDIN
·
Ekonomik Küreselleşmenin Yol Açtığı Problemler
Teorik Bir Bakış
Yrd.
Doç. Dr. Mehmet DİKKAYA Kafkas Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü ve Uzm. Fatih
DENİZ TMSF Strateji Geliştirme Dairesi Fon Uzmanı
·
Türkiye’de Çevre Politikalarının İtici Gücü: AB’ye
Tam Üyelik Süreci Ahmet ŞAHİNÖZ (Prof. Dr.; Başkent Üniversitesi)
·
·
Çevre Politikasının Ekonomik Araçları Yrd. Doç.
Dr Fatih CAN., Karadeniz Teknik Üniversitesi İİBF
·
Sivil Toplum Kuruluşları ve Türkiye Perspektifi Doç.
Dr. Mustafa TALAS
·
Kapitalizm, Çevre ve Çok Uluslu Şirketler Doç.
Dr. Füsun Kökalan
ÇIMRIN
·
Küreselleşen Dünya’da Çevre Sorunları
Prof. Dr. Hülya Baykal Marmara Üniversitesi
İletişim Fakültesi
Dr. Tan Baykal The University of Tampa,
Faculty of Business
·
Çevre Performans Endeksi Kapsamında Avrupa
Birliği ve
·
Türkiye’nin Karşılaştırılması Yunus Emre KARAMAN
Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
·
Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler: Dünyanın
Yeniden Yapılandırılması ve Çevre Necla YIKILMAZ
·
Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim
Değişikliği Bakanlığı İnternet Sitesi https://csb.gov.tr/
·
Ekoloji Birliği İnternet Sayfası Haberi (Rapor) https://ekolojibirligi.org/kazdaglarinda-neler-oluyor
·
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma
Derneği İnternet Sitesi http://www.kazdagim.com/
·
Hürriyet Gazetesi Aysel ALP Haberi https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/kanadali-altinci-gitmem-diyor-41763601
·
Alamos Gold Wikipedia Sayfası https://en.wikipedia.org/wiki/Alamos_Gold
·
Su ve Çevre İnternet Sayfası ttps://www.suvecevre.com/yayin/595/70-li-yillarda-yasanan-cevre-felaketlerinden-hatirladiklarim-_17523.html#.YdMdgGDP3rd
No comments:
Post a Comment